22 Haziran 2011 Çarşamba

Nefs-i Emmareyi Tatmin Etmek İsteyenler


Bir gün yine akşam namazını kıldıktan sonra 10-15 kişi medreseye geldiler ve karşımda, bir hizada oturdular. Birisi biraz öne çıktı. “Hocam, Allah-u Teâlâ bizi yarattı ve bu nefs-i emmareyi bize verdi. Öyle değil mi?” dedi. Ben de, “Elbette.” dedim. “Hem bu nefsi bize Allah veriyor, hem de nefsin isteklerini yerine getirmemizi haram ediyor. Zevk ve sefamıza mani oluyor. Gençlik ömrümüzün baharıdır. Gençliğimizin baharını yaşamak ve nefsimizi tatmin etmek istiyoruz. Neden Allah, bunları bize haram kılıyor?” dedi.
 
Bu sual karşısında çok şaşırdım ve üzüldüm:

“Allah Allah! Ömrümde böyle bir sual ile karşılaşacağımı hayal bile edemezdim.” dedim ve devam ettim:

“Peki sen bu soruyu sadece kendi namına ve burada bulunan arkadaşların namına mı soruyorsun, yoksa bütün insanlar namına mı soruyorsun? Bunu bileyim ki, ona göre cevap vereyim.”

“Bütün insanlar için soruyorum” dedi.

Ben de:

“Şu halde kendi annelerinizin ve kız kardeşlerinizin de böyle düşünmelerinde bir mahzur görmüyorsunuz, öyle değil mi?” dedim. Bu sözüm üzerine birden bire hayal kırıklığına uğradılar ve şok oldular. Böyle bir cevapla karşılaşmayı beklemiyorlardı. O vakte kadar arkadaşlarından daha önde duran ve soruyu soran genç geri çekildi ve arkadaşlarının arasına girdi.

Ben konuşmaya devam ettim:

“Anladığıma göre birtakım hayallerin peşinde koşarak, ömrünüzü geçiriyorsunuz. Cenab-ı Hakk insanın kalbine vicdan denilen bir hâkim-i adil koymuştur. O her şeyi insafla ve tarafsız olarak tahkik ve muhakeme eder, sonra hükmünü ona göre verir. Hak ve batılı gayet kati olarak temyiz ve tefrik eder. Doğru yolu gösterir. Şu halde ona buna sormanıza ne hacet, evvela vicdanınıza sorunuz. Bakalım ki, o lisan-ı hak ne hüküm veriyor.

Bu halinize çok taaccüb ediyorum. Zevk ve neşe için bütün meşru yollar ve saâdet kapıları sizlere kapandı mı ki, böyle süflî ve adî yolları takip ediyorsunuz? Siz fakültede yalnız bunu mu öğrendiniz? Sizin zevkiniz sadece nefs-i emmarenize mi münhasırdır? Akıl ve vicdanınızın zevki yok mudur? Yaradılışınızın gayesi bu mudur? Sizin düşüncenize göre Cenab-ı Hakk, bu kâinatı sadece insanların şehvetlerini tatmin için yaratmış olur. Bunu aklınız kabul ediyor mu?

Cenab-ı Hakk şehvet hissini yaratmış ama, bu ihtiyacı karşılamak için de evlilik gibi helal ve meşru bir yol göstermiştir. İslâm dini evliliği bir kadınla da sınırlamamıştır. Bediüzzaman’ın dediği gibi, “Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.” Evliliğin bir çok güzellikleri vardır. Bunlardan birisi nesillerin devamıdır.

Cenab-ı Hakk’ın insanlara bahşettiği en büyük nimetlerden biri de şehvettir. Şehvetin verilmesindeki esas gaye nesillerin devamıdır. İnsan olsun, hayvan olsun bütün nesillerin devamı o nimet üzerine bina edilmiştir. Eğer o nimet olmasaydı, insaniyetin mevcudiyeti devam etmezdi.

İnsanların şehvetini tatmin edecek en önemli müessese “evlilik” olduğu gibi onların huzur ve iffeti de ancak “izdivaç” sayesinde olabilir. Evlenme, nesilleri karışmaktan ve dejenere olmaktan muhafaza eder. Aileler sağlam olur ve milletin yapı taşı haline gelir.

İnsan iffetini namusunu ve güzel ahlâkını evlilik ile muhafaza edebilir. Bir milletin ebed müddet yaşaması, terakki etmesi buna bağlıdır. Çünkü huzur ve saâdetin kaynağı bunlardır. Bunlarda kaçan bir gençlik, sefahatin esiri haline gelir. Akılları daima şehvete mağlup olur. Artık o millete terakki, saâdet, huzur kapıları kapanır. Tarihin şehadetiyle sabittir ki, şehvetine mağlup olan milletlerin şan ve şevketleri, kuvvet ve saltanatları zail olmuştur. Devletleri haritalardan silinmiş ”

Daha sonra Lem’alardaki şu kısmı okuduk:

“Ey bu vatan gençleri! Firenkleri taklide çalışmayınız! Âyâ, Avrupa'nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra, hangi akıl ile onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittiba edip emniyet ediyorsunuz? Yok! Yok! Sefihane taklid edenler, ittiba değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi i'dam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittiba ettikçe, hamiyet davasında yalancılık ediyorsunuz!.. Çünki şu surette ittibaınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzadır!..”

Bütün bu konuşmalardan sonra birlikte çay içtik. Daha sonra gittiler.

Aradan birkaç gün geçmişti ki, o soruyu soran genç yalnız olarak medreseye geldi. Bana, o gün ki konuşmalarımızdan sonra bir türlü rahat edemediğini, uykularının kaçtığını ve öyle bir sual sorduğu için utanç duyduğunu anlattı ve şöyle dedi:

“Hocam çok pişmanım. O gün beni arkadaşlarım tahrik ettiler. Onların isteği ile konuştum. Fakat sizin izahlarınız sayesinde ufkumuz genişledi. Bir çok hakikatlere kapı açtınız. Şimdi hem size teşekkür etmeye hem de özür dileyip affınızı istirham etmeye geldim.”

Ben de , “Kusuru itiraf fazilettir. Zaten hatasından dolayı özür dilemek aklın icabı olduğu gibi mazereti kabul etmek de, insafın gereğidir. Çünkü her şeyde bir hayır vardır. Bunda da bir hayır vardır.” dedim :

“Faraza bu zevkler helal de olsa ânî ve fânîdir. Meselâ, birkaç gün önce bir şey yemişsen, bu gün onun lezzetini alamazsın, çünkü o zevk ve lezzet çoktan gitmiştir. Fakat akıl ve marifetin zevki ebedîdir, daimîdir. Onlara ait bir şey tahsil etmişsen o bâkidir. Ondan sürekli lezzet alabilirsin. Akıl, Cenab-ı Hakk’ın insana ihsan ettiği en büyük bir hediyedir; hayr ve şerri idrak eden bir Nur-u İlâhîdir, bir saâdet vesilesidir. Binaenaleyh tefekkür sahibi bir kimsenin aklın hakimiyetini temin için onu marifet ve faziletle kuvvetlendirmesi lazımdır. Her şey için münasip bir zaman vardır. Gençlik de ilim tahsiline mahsusdur.

İnsanın kalbini tatmin edecek bir vasıta varsa o da iman ve ubudiyet, fazilet ve marifettir. Ruhun gıdası ve vicdanın ziyası bunlardır. Akıl ve vicdanın huzuru da bunlarla sağlanır. Bahtiyar bir arif-i billahın vefatı anında talebeleri onun etrafında ağlayarak kendisiyle vedalaşıyorlarmış. Fakat o zat, “Sakın sakın! Bana ağlamayın, ben şimdi hayat-ı hakikiye mazhar oluyorum. Fânî hayattan ebedî hayata gidiyorum. Huzur-u Rahman’a kavuşuyorum” demiş. Herhalde o zatın hayatında ettiği iyilikler, ibâdetler, ilim ve irfan sahasında yapmış olduğu hizmetler, karşısında bir cennet manzarası gibi tecessüm etmiş. İşte iman, ubudiyet ve marifetin neticesi budur.

Geçen sohbetimizde gençlik için, “ömrümüzün baharı” demiştiniz. Eğer gençlik ömrün baharı ise, bu baharın muhakkak, bir kışı vardır. Yani insan daha sonra ihtiyar olacaktır. İnsanın gençliğinde yapmış olduğu hatalar ve işlediği günahlar hayatının son demlerinde pişmanlıklar ve vicdan azapları olarak karşısına çıkar ve onu rahatsız eder. Dudaklarından dökülen ahlar ve eninler kalbini yakar. Bundan başka, herkesin nefretini kazanmış olarak dünyadan gider. İşte kardeşim, nefs-i emmaresini tatmin etmek için sefahat içine dalan bir bedbahtın hali netice itibariyle budur. Akıllı insan daima ileriyi düşünmelidir. Önümüz ihtiyarlık ve ölüm, daha sonrası kabir, mahşer ve hesaptır.”

Mevzumuzla alakalı olarak, dünyaca meşhur bir fikir adamının ölümü esnasında etrafındaki talebelerin, sizin için ne yapabiliriz, bir arzunuz var mı? Suallerine karşı “Evet var fakat siz yerine getiremezsiniz.” Nedir.? Dedikleri zaman “Bir avuç marifet, bir avuç marifet”diye cevap vermiş.

Yazar: Mehmed Kırkıncı,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder