19 Mayıs 2007 Cumartesi

DUA ETMEK YÜREK İSTER.

Necatımız Münacaatımızdır
Yusuf Özkan Özburun

Elif
DUA ETMEK YÜREK İSTER.
Kalbimiz dua etmek ister. Ancak ve ancak göğsüne kalbinden başka dua mecmuası takmayanlardır ki dua etmek nimetine liyakat kesbeder. Zerreden küreye, arştan ferşe, bir şeyden her şeye şu varlık sahnesini bir dua bilmek, bir duada duymak, bir dua olarak görmek insana düşer.
“İşimiz duaya kaldı” diyen müstehzi gafiller, aslında tüm alemi ve insanı içine alan nihai bir hakikate işaret ediyorlar. Mesele, ‘iş’ten ne anladığımızda; ‘iş’in bizde bitip bitmediğini, Allah’ın daima bir ‘iş’ (şe’n) üzerinde bulunduğunu, içimizin ince derdinin ne olduğunu, dünyaya ne iş için geldiğimizi, duasız bir hayatla hayatın memata mematın hiçliğe dönüşmesinin işten bile olmadığını kavramakta düğümleniyor. İçimin tenhası böyle düşünür, böyle söyler…
Su, toprakla buluştuğunda dua eder. Toprak, tohuma kavuştuğunda dua eder. Yuvadaki yavru kuş çığlık çığlığa dua eder. Hasta çocuğunun başını okşayan müşfik annenin elleri, rızık rızık diye toprağı belleyen rençberin tomur tomur biriken alın teri dua eder. Tur’da Musa (a.s.) dağın duasına eşlik eder, Yunus (a.s) üç karanlık içinde münacaat eder, Eyyub (a.s) kalbi ve dili için necat diler, Muhammed (s.a.v) kendini bırakır, ümmetim ümmetim diye dua eder. Duayla başlar her şey duayla biter ve hayat iki dua arasında ince, titrek bir çizgi değil de nedir? İki dua arasında her daim bir münadi şunu söyler:
Ey kurtuluş isteyen insan, ey ebediyet isteyen insanve gönül buruk, dil suskungözler kan çanağı anlamındahuzur, sükun, saadet dileyen zavallı,kendini bir duada bilmek gerekbir duanın tam orta yerinde durmak gerekdilemeyi bilmek, bilmeyi dilemekgöz yaşını göz yaşına eklemeknecatı münacatta bulmak gerek…

Lam
Biz onu kolye yapıp boynumuza astık. Son model arabamızı, yeni aldığımız eşyamızı koruması için bekçi olarak tayin ettik. Mezhep taassubuyla, muhtevasına bakmadan, peygamber hırkası kokan lisanına bakmadan reddettik, uzak durduk. Meşrep ve meslek taraftarlığıyla onu belli bir cemaatin malı saydık, onlara mal ettik, kendimizi mahrum ettik. Bu metal çağda, zaten duaya giden yollar tıkanmadayken, zaten edilen dualar göğü delmiyorken, günah ve isyanın çokluğu ruhumuzu duaya ve semaya yabancı kılıyorken biz nefsimizi ihmal ettik. İçinde binden fazla esmaü’l- hüsna taşıyan, bizi ‘alihi ve ashabihi’ sırrınca peygamberin ehl-i beytine bağlayan, İlim Şehrinin Kapısı’na vardırıp ‘akıl ve kalbin birlikteliği’ yolunun esaslarını öğreten, bu yolu takip eden Gazali (r.a) gibi, Said Nursi (r.a.) gibi üstadların işaret ettiği nefs terbiyesinin evrad ve ezkardan geçtiği hakikatini kulak ardı ettik. Onu olsa olsa namazlardan sonra gelişi güzel, ya da dünyevi anlamda başımız dara düştüğünde öylesine okuduk. Keşfedilmemiş bir hazinenin kapısında durduğumuzu bilemedik: Biz onun adına Cevşen diyoruz…

Mim
“Gövde Çağı” diyordu düşünür modern zamanlara, kışkırtılmış etin çağı… İnsanla sema arasına demirden perdelerin gerildiği, göğün kurşuni matlığında, yerin bakıra çalan koyuluğunda, her yanı sarmış bulunan şahmaranların biçare insanların ruhlarını ve kalplerini ısırdığı, fıtratlarını zehirlediği bir can pazarında panzehir, tiryak nerededir? Nerededir kin, nefret, şehvet, şöhret, ağulanmış akıl, zıvanadan çıkmış ego, ifsad edici hayal oklarının yağmur gibi yağdığı, zavallı gönüllerin delik deşik olduğu bir savaş alanında mukaddes zırh, nerededir?
Cevşen; gecenin tam orta yerinde, sabahın seherinde, bir kuş uykusunun akabinde, cilalı ilah ve ilaheler galerisinde gözlerini ayak uçlarına diken genç adamın cebinde, vicdanını kiraya vermemiş bir babanın ellerinde, kadınlığının yuvasından uçmamak için direnen gözü yaşlı bir hanımın dilindedir.

İçinde daimi surette ateş yakılan bir yerin simsiyah kesilmesi gibi, içimizde dışımızda günahın Mecusi ateşleri her yanı karartırken sarındığımız bembeyaz bir ihramdır cevşen.
Asi ruhlarımızı kurtaracak iksir ondadır; nefs terbiyemizin keskin ilacı, dağdağalı gönüllerimizin müsekkini Cevşendir.

Elhasıl, Cevşen semavidir, Muhammedidir, mühimdir. Çünkü, necatımız münacatımızdır.
Ve, Cevşen bizi çağırıyor…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder