19 Mayıs 2007 Cumartesi

"Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?"

CUMHURİYET : Devlet reisi, millet veya Millet Meclisleri tarafından seçilen hükümet şekli. Demokraside temsili hükûmet şekli.
Halkın hür olarak seçtiği temsilciler (Millet vekilleri ve senatörler) aracılığı ile egemenliğini, (hâkimiyetini) kullanmasına dayanan hükûmet şekli. Cumhuriyetin birbirinden farklı üç tatbik şekli vardır.
1- Parlementer hükûmet: Hükûmeti meclisler karşısında bağımsız sayan şekil.
2- Meclis hükûmeti: Hükûmeti meclise bağlı sayan şekil.
3- Başkanlık hükûmeti: Devlet ve hükûmet başkanı aynı kişidir ve halk tarafından seçilir. Hükûmeti başkan kurar, başkan değiştirir. Başkan meclislere karşı bağımsızdır. (Amerika'daki gibi.)

(Cumhuriyet ki: Adalet(Zulüm etmemek. Herkese hakkını vermek ve lâyık olduğu muâmeleyi yapmak. Mahkeme. Hak kanunlarına uygunluk. Haksızları terbiye etmek. İnsaf) ve meşveret (İşlerin konuşup anlaşma yoluyla halledilmesi.)ve kanunda inhisar-ı kuvvetten(Kuvveti bir elde, tek elde bulundurma.) ibarettir. H.)
----------------------------

BİR GÖRUŞ

ellerinde belli guç vehmeden ve kendinilerini istikbal kapıları açmak isteyenler engel gördukleri veya karakterleri gereği duşman gördukleri -bildikleri karşiliğında sığındıkları kaypak kavramlara bir silah gibi sarılmaktadırlarKavramların büyüsüDil ve özellikle bazı kavramlar, son birkaç asırda daha önce kazanmadığı bir değer kazanmış ve özellikle belli modern akımlar, top-tüfekten çok, bu kavramların büyüsüyle kendilerini belli kesimlere kabul ettirmiştir.
Buna paralel olarak, medyanın son bir-iki asırda çok önemli bir kuvvet haline gelmesi, dilin ve bazı kavramların, kendilerine olağanüstü denebilecek bir tesir sahası edinmesinde en önemli rollerden birini oynamıştır. Okuma-yazma bilmenin önemini kimse inkar edemez
Fakat, Alman eğitimcilerden Wolfgang, "İnsanlardan sürüler elde etmenin en iyi yolu, onları okuyucu yapmaktır" der. Medyanın, bilhassa bu asrın ikinci yarısında, yazılı basına ek olarak görsel alanda da alabildiğine yaygınlaşması, ilmin aksine cehaletin artmasına yol açmıştır dersek, yanlış bir yargıda bulunmuş olmayız.

bu çoğu yanlış azı doğru, alabildiğine yüzeysel kültür, ilmi derinleşmenin önüne set çekmiştir. Medyanın, belli kavramların yaygınlaştırılmasında tam bir 'medya' (medya, kelime anlamıyla "ortam vasıta" demektir) fonksiyonu görmesiyle, bu cehalet, tarihte eşi görülmedik boyutlara ulaşmış ve ne yazık ki, belli siyasi hakimiyetler Son dönemde, tamamen belli ve kimsenin meçhulü olmayan faktörlerle genel tum muslumanları vurabilmek için ve Cumhuriyet karşıtlığı ile suçlayabilmektedirler.

Bir defa, bu suçlamayı yapanlar, Türkiye'de halk çoğunluğunun düşünce, hayat anlayışı, dünya görüşü, inancı, geleneği ve tarihine ters düşen, dolayısıyla, Hadi Uluengin'in ifadesiyle, halk katında 1000'de 0 virgüllerle ifade edilebilecek bir yere sahip kimselerdir. Bu durumda demokrasi ve cumhuriyetin temel ilkeleri açısından, bu kişilerin demokrat ve cumhuriyetçi olabilmeleri ve sayılabilmeleri kat'iyyen mümkün değildi

karşıtı suçlamalara maruz bırakanların çok çok üstünde olduğu gibi, bu suçlamayı yapanlar, düşünce ve dünya görüşleri açısından da asla demokrat ve cumhuriyetçi sayılamazlar. Çünkü, dün olduğu gibi, bugün de hala tarihi maddecilikte ve Marksist ideolojide ısrar edenlerin, demokrat ve cumhuriyetçi olmaları; ancak bir tebessüm sebebi olabilir. Çünkü, bir defa, tarihi maddecilik, ana felsefesi gereği, insana kendi kaderini çizmede hiçbir imkan tanımadığı gibi, Marksizm de, bir proleterya, yani sınıf diktatörlüğü öngörmektedir ve esasen yıkılıp gitmiştir. İşte, bu iflas edişin acısı ve sancısıyla kıvrananlar, onun tam karşısında gördükleri İslam'a ve dolayısıyla muslumanlara düşmanlıkta bulunmayı adeta varlık sebebi, ayakta kalabilme sebebi haline getirmiş bulunmaktadırlar.

demokrasi ve cumhuriyet karşıtlığı ile suçlayanlar, eskiden beri halkın değerlerine ve dünya görüşüne karşı, "halka ve ülkeye biz yön vermeliyiz" anlayışında, zaman zaman bazı gazetelerde gördüğümüz üzere (örneklerini istenildiği kadar verebiliriz) demokrasiye, "sandıksal demokrasi" diye karşı çıkıp, halkın tercihine karşı yapılan her türlü müdahalelerde başı çekmiş ve esasen halkın tercihinin yönetime yansımasını bir türlü hazmedememiş kesimlere mensupturlar. Bunları halk da, gerçek demokrat ve cumhuriyetçi aydınlar da çok iyi tanımaktadır ve esasen halk ve gerçek aydınlar nazarında hiçbir yerlerinin olmadığını kendileri de bilmektedir. Bu şekilde, demokrasi ve cumhuriyetle öyle çok fazla alakaları olmayanların, muslumanları demokrasi ve cumhuriyetin karşı tezi olarak suçlamaları, belki etkilemek istedikleri bazıları üzerinde kısmi etki yapabilir ve bu şekilde kendi kendileriyle tatmin olabilirler. Fakat bu, hiçbir zaman gerçeği değiştirmez ve "bir dane-i hakikat, bir harman yalanı yakmaya yeter."


---------------------------------------------------------

GUZEL BİR ANEKTOD

küçük kardeşi Mehmed kendisine yemek getirmektedir. “ Said nursi”, yemek içerisindeki taneleri, kubbenin etrafında bulunan karıncalara vermekte, kendisi ise ekmeğini yemeğinin suyuna batırarak karnını doyurmaktadır.Kendisine niçin böyle yaptığı sorulduğunda şu cevabı verir:Bunlara hayat-ı içtimaiyeye(sosyal hayata) malikiyet (sahip olma)ve fevkalade vazifeşinaslık (Vazifesini bilen.) ve çalışma bulunduğunu müşahede (Görme, seyretme, şâhit olma) ettiğim için cumhuriyetperverliklerine(Cumhuriyeti seven. Cumhuriyetçi) mükâfeten kendilerine muavenet etmek [yardım etmek] istiyorum.”
------
[Eskişehir Mahkemesinde gizli kalmış ve resmen zapta geçmemiş ve müdafaatımda dahi yazılmamış bir eski hatırayı ve lâtif bir kıssa-i müdafaayı beyan ediyorum.]
1935'te Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde Orada benden sordular ki: "Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?"
Ben de dedim: "Yaşlı mahkeme reisinden başka daha siz dünyaya gelmeden ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman, şimdiki gibi, hâli bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum. Ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten, taneleri karıncalara veriyorum." Sonra dediler: "Sen Selef-i Salihîne muhalefet ediyorsun."( Ehl-i Sünnet ve Cemaatin ilk rehberleri, İslâmın ilk dönemlerinin sâlih insanları) Cevaben diyordum: "Hulefâ-i Râşidîn(Kur`ân hakikatlerinden taviz vermeyen, dört büyük halife.); hem halife(Dinî hükümlerin tatbiki için Resul-i Ekreme (a.s.m.) vekil olan devlet başkanı,), hem reisicumhur idiler. Sıddîk-ı Ekber(Doğruluktan aslâ tâviz vermeyen ve inandıklarını harfiyen yaşayan en büyük insan.; Hz. Ebû Bekir`in lâkabı.) (r.a.) Aşere-i Mübeşşereye (Peygamberimiz(a.s.m)tarafından hayatta iken cennetle müjdelenen on sahabi.(Hz.Ebû Bekir bin Ebî Kuhâfe; Hz. Ömer bin-il-Hattâb;Hz. Osman Bin Affân; Hz. Ali Bin Ebî Tâlib; Hz. Talha bin Ubeyd-illâh; Hz. Zübeyr bin-il-Avvâm; Abdurrahman bin Avf; Ebû Ubeyde bin-il-Cerrah; Said bin Zeyd; Sa`d bin Ebî Vakkas) ve Sahabe-i Kirama(Cömert ve şeref sahibi Sahabeler.) elbette reisicumhur(Cumhurbaşkanı.) hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti (adaletin hakikatı, gerçeği ) ve hürriyet-i şer'iyeyi(Şeriatın tarif ettiği hürriyet) taşıyan mana-yı dindar(dindar mana) cumhuriyetin reisleri idiler."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder