10 Haziran 2007 Pazar

Uğruna âlemlerin yaratıldığı dua


Uğruna âlemlerin yaratıldığı dua
Her varlık dua eder.
Bir tohum dua eder ve der:
“Yâ Rab! Kendi sınırlı ve dar istidatlarımla senin bir isminin tecellisine mazhar olmak istiyorum. İçimdeki gizli hazineleri, san’atları şuur sahibi varlıkların gözlerine sunmak istiyorum. Bana güç ver. Sümbüllenip çiçekler açmama imkân ver.”
Bu dua öylesine içten, öylesine ihlâslı bir duadır ki, o duanın kabulüyle toprak ve topraktaki sayısız mineraller tohumun emrine amade kılınır. Bulutlar belki binlerce kilometre ötelerden o küçücük tohuma su yetiştirmek için koşturulur. Koskoca güneş, sıcaklığı ile sanki o tohuma itaatkâr bir hizmetçi yapılır.
Her şeyi eksiksiz ve en mükemmel şekilde Yaratan Allah, bu duayı ezelî ilmiyle bilir ve kübulünün bir göstergesi olarak güneşi, dünyayı, toprağı, havayı, kısacası tohumun sümbüllenebilmesi için kâinattaki her şeyi onun hizmetine koşturur.
Bir arı yumurtasından çıkar çıkmaz öyle içten, öyle ihlâslı dua eder ve der ki:
“Yâ Rabbi! Bana verdiğin bal yapma görevimi hakkıyla yerine getirebilmem için bana sayısız çeşit ve güzellikteki çiçeklerin dolduğu bahçeler ver. Yeryüzünü benim için çiçeklerle donat. Her bir çiçekten bal özlerini toplamam, geriye kovanıma şaşırmadan dönebilmem ve topladığım bal özleriyle tadı ve lezzeti benzersiz bal yapmamı nasip eyle!”
Ezel ve Ebed Sultan’ı olan Cenab-ı Mevlâ, o küçük arının o kâinat büyüklüğü ve değerindeki duasını işitir, karşılığını en mükemmel şekilde verir, âdeta her bir arıya bir dünya bağışlanır.
İşte bu şekilde dünya üzerindeki her bir varlığık kendi hâl diliyle dualar eder; her an ve her saniye yapılan dualara cevaplar verilir. O dualarda istenenleri fazlasıyla ikram ve ihsan edilir.
Çünkü her şeyin sahibi, hâkimi olan, istediğini istediği şekilde yaratan Allah, aynı zamanda bütün dualara cevap verir. Hikmetine uygun şekilde yapılan duayı kabul eder, küçük olsun büyük olsun, kolay olsun zor olsun, hiçbir fark olmaksızın mutlaka karşılığını verir.
Bir çekirdeğin duasını ancak Allah işitebilir ve o duaya cevap verebilir.
Bir arının neler istediğini ancak Allah duyabilir ve duasının karşılığını verebilir.
Bir çekirdeğin, bir arının duasını kabul edip, onların emrine koca koca küreleri, yeri ve göğü verebilen Allah, iman şuuruyla dua eden mü’min kullarınının istek ve taleplerini elbette duyacak ve cevap verecektir.
Aslında dua bu açıdan kâinatın ve varlıkların da yaratılış sebebidir. Çünkü insan sonsuz acz ve fakirlik özellikleriyle donatılmıştır. Sahip olduğu her şeyi sınırlıdır. Sınırlı olduğu için de, ihtiyaçları hadsizdir. Eksik olan, ihtiyaç duyduğu şeyleri de ancak herşeye gücü yeten, her şeyi kudreti altında dilediği şekilde yöneten Allah’tan isteyecektir.
Bir çekirdeğin ve bir arının dualarını kabul eden Allah, insan gibi en güzel ve en mükemmel yaratılışa sahip olan insanın dualarına da mutlaka cevap verecektir.
En küçük bir varlığın ihtiyaçlarını kolaylıkla yaratan, yoktan var eden Allah, varlıkların en büyüğü, en üstünü, en yücesi, en sevgilisi olan Resûl-ü Ekrem’in (a.s.m.) dualarını kabul edecek ve ne istiyorsa onu verecektir.
Çünkü bütün varlıkların, bütün kâinatın Mâliki olan Allah kâinattaki her icraatında sonsuz merhamet, rahmet ve şefkate sahiptir. En küçüğünden en büyüğüne kadar bu hakikat kendisini gösterir.
Peki, o büyük ve Rabbi katında en yüce makâma sahip olan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) en büyük duası nedir?
Bediüzzaman Sözler isimli eserinde yer alan Onuncu Söz’de “Ey nefsimle beraber beni dinleyen arkadaş!” der ve içinde yaşanan zaman diliminden gerilere doğru yolculuğa çıkmaya, fikren ve düşünce yoluyla Asr-ı Saadete, Arap Yarımadasına gitmeye davet eder.
Bu seyahatin sonunda bütün âlemlerin fahri, övünç kaynağı; bütün âlemleri yaratan Allah’ın en sevgili kulu vardır.
Bu seyahatin sonunda Resûlüllah (a.s.m.) vardır.
O zât ki (a.s.m.) getirdiği hidayet yoluyla ebedî ve sonsuz saadetin yaşanacağı Cennet hayatının varlık sebebi, bu güzel neticeye ulaşma vesilesi olmuştur.
O zât ki (a.s.m.) kulluğun en zirve noktasında, öylesine büyük ve yüksek seviyede bir namaza durmuştur. O Yüceler Yücesine edâ ettiği ibadette Arap yarımadasındaki, hattâ bütün dünyadaki tüm varlıklar ona tabi olmuşlardır. Daha da geniş dairede, geçmiş ve geleceği de kuşatan bir makamda, Hz. Âdem’den (a.s.m.) kıyamete kadar gelecek tüm iman edenler, bütün nuranî ve kâmil insanlar onun imamlığında saf tutmuşlar, ona tabi olmuşlardır. O büyük namazda olduğu gibi, onun (a.s.m.) yaptığı dualara, niyazlara ve yakarışlarına hep birlikte “âmin” demişlerdir.
Onun (a.s.m.) duasında bütün insanların bekâsı vardır. Onun (a.s.m.) duasında sadece insanların değil canlı cansız tüm varlıkların, semâvât ehli nuranî varlıkların, mânevî âlemlerdeki her şeyin ortak duası olan sonsuz saadete ulaşma, İlahî rızâya nail olma niyazı vardır. Onun (a.s.m.) duasına bütün varlıklar halleri ve dilleri ile katılmakta, “Yâ Rabbenâ! Ver, duasını kabul et, biz de istiyoruz” demektedirler.
O (a.s.m.), öylesine içten, öylesine kalpten, öylesine hazinâne, müştakane, tazarrû ve niyaz ile dua etmektedir ki, bütün kâinat gözyaşlarıyla kendilerinden geçip duasının kelimelerine kadar iştirak etmekte, katılmaktadır.
O (a.s.m.) öylesine yüce bir maksat, öylesine yüksek bir gaye için saadet isteyip dua etmektedir ki, bu dua hürmetine bütün varlıklar hiçlik ve yokluk karanlıklarına yuvarlanmaktan kurtulmuşlardır. Kıymetsizlikten, faydasızlıktan, abesiyetten sıyrılıp en yüce makamlara ve derecelere yükselebilme, sonsuzluğa kavuşma, en ulvî vazife ve görevlere lâyık olabilme nimetine kavuşmuşlardır. Daha da önemlisi birer İlahî mektup olma liyakatine nail olmuşlardır.
O (a.s.m.) öylesine her şeyi işiten, en basit bir varlığın dahi hal diliyle yaptığı duaları işiten bir Semî’den, sonsuz ve sınırsız cömertlik sahibi Kerîmden, istediğini dilediği şekilde yaratan Kadîr’den, her şeyi gören, onun nazarında hiçbir şeyin gizli kalmadığı Basîr’den, hudutsuz ilmi ile her şeyi bilen, bilgisinden en küçük bir şeyin dahi hariç olmadığı Alîm’den istemektedir.
Bir karıncanın veya deniz dibindeki bir canlının dahi isteklerini, en gizli arzularını ve niyazlarını görüp işiten, kabul eden, merhamet eden, dualarının karşılığını veren Allah, böylesine sevgili, böylesine değer ve yücelik sahibi, böylesine önemli bir duaya, niyaza ve yakarışa mutlaka cevap verecek, kabul edecektir.
Üstelik o zât (a.s.m.), kendisi için değil, ümmeti için ister. O zât (a.s.m.), geçmiş ve gelecek tüm insanlık adına ister. O zât (a.s.m.), bekâ istiyor, Cennet ister. Üstelik, her biri birer ayna hükmünde olan varlıklar üzerinde yansıyan sonsuz güzellikteki İlahî isim ve sıfatlar ile birlikte, onlar hürmetine ister.
Eğer âhireti ve sonsuz saadet ve mutluluğun diyarı olan Cennetin varlığını gerektiren sayısız sebepler olmasaydı bile, sadece O zâtın (a.s.m.) bu tek duası, âhiret âlemlerinin, özellikle Cennetin binası ve kurulması için yeterli gerekçe olacaktır.
Evet, bir bahar mevsiminde âdetâ ölen ve beyaz kefenlere bürünen yeryüzünü bir mahşer meydanına çeviren, sayısız haşir ve yeniden diriltme örneklerini sergileyen, sürekli yaratan ve yenileyen sonsuz Kudret sahibi Allah için Cennet’i yaratmak son derece kolaydır. O’nun için en küçük şeyin yaratılmasıyla en büyük varlık ve âlemlerin yaratılması arasında kolaylık-zorluk diye bir ayırım söz konusu değildir.
O zât (a.s.m.) için tüm âlemleri yaratan, akılları hayret ve şaşkınlık içinde bırakacak mükemmellikte sayısız varlıkları, yine sınırsız mükemmellikteki bir nizâm ve düzenle var eden, her bir varlıkta kusursuz san’atlarını icrâ eden Allah için, O en sevgili kulunun yaptığı duaya icabet etmemek gibi bir çirkinliği, merhametsizliği ve intizamsızlığı kesinlikle kabul etmez.
Aksini düşünmek abestir. Böylesi nihayetsiz ve sınırsız güzelliğe böylesi bir çirkinlik yakışmaz. Hâşâ ve kellâ, yüzbin defa hâşâ!
Sonuç olarak, bütün varlık âlemlerinin yaratılma sebeplerinin başında kulluk, ibadet ve dua gelir. Başta bütün insanlık, sonra insanlık içindeki bütün Müslümanlar ve bütün Müslümanların başında bulunan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) muazzam duası, âlemlerin yaratılma sebebidir. Yani, bütün âlemlerin yaratıcısı olan Allah, Habibi Muhammed’in (a.s.m.) istikbalde insanlık namına, belki bütün varlıklar hesabına bir sonsuz saadet ve mutluluğa ulaşmak, sonsuz güzellik ve mükemmellikte olan İlahî isimlerin tecellîlerine mazhar olmak için yapacağı duayı işitmiş, kabul etmiş, bütün varlıkları, hattâ ebedî saadet yurdu olan Cenneti yaratmıştır.1
Resul-ü Ekrem (a.s.m.) risalet ve elçilik vazifesiyle dünyanın kapısını açmaya vesile olduğu gibi, kulluğu ve duasıyla ebedî âhiret kapılarının, sonsuz mutluluk diyarlarının açılmasına da vesile olacaktır.

1 yorum: