21 Haziran 2007 Perşembe

Milliyetçiliği Kim Başlattı


Milliyetçiliği Kim Başlattı?

KUR’ÂN’IN İ’CAZININ en önemli yönlerinden biri, tekrarlardır. Her an havaya, her gün ekmeğe ve suya ihtiyacımız olduğu için bu nimetler bize tekrar tekrar sunulur. Tekrar, ihtiyaçtan gelir. İşte, Kur’ân’ın tekrarları da bu sırdandır. Ruhumuzun hava gibi, su gibi, ekmek gibi muhtaç olduğu hakikatler tekrar tekrar önümüze sunulur. Ve Kur’ân’ın bu tekrarları, her an havayı solumanın, her gün ekmeği yemenin usanç vermeyişi gibi, asla usanç vermez. Bilakis, her yeni tekrarda unuttuğu bir gerçeği yeniden hatırlar insan. Yahut, hatırında olan bir hakikat, daha önce farketmediği yeni bir boyutuyla daha karşısına çıkar. Tekrarlar, nisyana ve isyana açık olan insanı, temel konularda diri ve uyanık tutar.

Allah’ın birliği, O’nun güzel isimleri, herşeyin O’nu tesbih edişi, Rabbimizin üzerimizdeki nimetleri, insanın başıboş yaratılmadığı, Hesap Günü, âhiret, cennet nimetleri ve cehennem azabı, geçmiş kavimlerin başına gelenler, Peygambere itaatin önemi.. ihtiyaca binaen gelen bu tekrarlardan birkaçıdır.

Kur’ân’da tekrar tekrar vurgulanan bu konulardan birini ise, adem’in yaratılışı, Cenab-ı Hakkın ona secde edilmesi emrini vermesi, ama meleklerin itaatine karşı İblis’in isyanıdır.

Kur’ân insanın ‘en büyük düşman’ı olduğunu birçok kez belirttiği İblis’in bu tavrına işaretle, "Kibirlendi ve kâfir oldu" buyurur. Bu, ‘kibir’in son adresini gösterme bakımından hayli ibret vericidir ve hepimiz için çok ciddi bir uyarı mahiyetindedir.

Peki, İblis’i kibirlenmeye ve sonunda küfre sevkeden nedir? O, sonunda küfre düşmesine sebep olan hangi sözü sarfetmiştir?

Kısacık bir cümledir bu:,"Halaktenî min nârin ve halaktehû min tîn."SAD, 76""BENİ ATEŞTEN YARATTIN, ONU İSE ÇAMURDAN YARATTIN."Şeytanı kâfir yapan cümle budur.Oysa, bu sözlerde ne bir yalan, ne bir yanlış, ne de bir inkâr vardır.


Bu sözünün de açıkça gösterdiği gibi, İblis ‘yaratma’ fiilini kabul etmekte, kendisinin ve insanın ‘yaratıldığı’nı ifade etmekte, dolayısıyla ‘Yaratıcı’yı tanımaktadır. Allah’ın varlığını bilmektedir. Üstelik O’nu kendi Yaratıcısı olarak bilmektedir. adem’i yaratanın da O olduğunu kabul etmektedir. Ayrıca, kendisinin ateşten, adem’in çamurdan yaratıldığı da doğrudur

Fakat, her biri doğru ve hakikat olan bu sözler, ‘kibirlenip kâfir olan’ birinin sözleridir. Allah’ın varlığını tasdik ettiği ve O’nu gerek kendisinin, gerek başka herşeyin Hâlikı olarak kabul ettiği halde, İblis ‘şeytan’ ve ‘kafir’ olmuştur.

Bu ince çizgi, aslında, hepimizin dikkat etmesi gereken bir noktadır.

Şeytanı kâfir yapan, hâşâ, "Allah yoktur. Beni yaratan da O değildir" demesi değildir. O, Allah’ı Yaratıcı olarak kabul etmektedir. Ama tüm bu kabuller, tüm bu doğru sözler arasında, belki ilk anda kolayca farkedilmeyen şöyle bir anlayış vardır: "Ben daha hayırlıyım." Neden? "Beni ateşten yarattın; onu ise topraktan."Kısacası, tâ adem’in yaratılışıyla başlayan, bütün bir insanlık tarihini kuşatan ve sonu Cehennem’e ulaşacak olan o büyük isyanın temelinde ne Allah’ı inkâr vardır; ne de Onun yaratışını inkâr.

Herşey ‘üstünlük’ vehmiyle başlamıştır. İblis "Ateşten yaratılan, çamurdan yaratılandan üstündür" diye bir zan üretmiştir.

Onu kibire sevkeden, o kibirle Sâniinin emrine isyana yönelten, sonuç itibarıyla onu kâfir kılan budur: Allah’ın yarattıkları arasında, kendi kafasınca bir ‘altlık-üstlük’ sıralaması yapma. İkisi de Allah’ın mahluku olan ateş ile toprak arasında bir üstünlük ayrımına girme. Kendisinin yaratıldığı ateşin topraktan üstün ve hayırlı olduğu felsefesi geliştirerek, kendini adem’den üstün tutma. Ve, en önemlisi, kendini adem’den üstün görme uğruna, Allah’a kusur ve noksan izafe etme.

Kendini insandan üstün görebilmek için, Allah’ın bazı şeyleri mükemmel biçimde yaratamadığı vehmini üretme.Bütün bir tarihin en keskin ayrımının düğüm noktası, işte buradadır.Ve Kur’ân, bu hususu tekrar tekrar zikrederek, bize de birşeyler söyler.

Allah’ın varlığını kabul etmekle, Onu kendimizin ve herşeyin Hâlikı bilmekle meselenin hallolmadığını gösterir. Bu durumda dahi, isyan, kibir ve sonuçta küfür tehlikesi vardır. Tam anlamıyla mü’min olup küfürden gereğince uzak kalmak, "Beni ve herşeyi yaratan Allah’tır" demenin ötesinde, herşeyimizle O’na teslim olmayı; O’nun emirlerine tam bir itaati; O’nun mahlukatına karşı kendi kafamızdan ‘üstünlük’ yorumları üretmemeyi gerektirir.

Yoksa "ben"cilik, meselâ İblis örneğinde ateşçilik,ateşi, kendisini, toprağı ve insanı yaratanın O olduğu kabul edilse bile imandan koparıp küfre götürmektedir.

Bizler ‘ateşçi’ değiliz. Çünkü ateşten değiliz. Üstelik, herşeyi yakıp yandırarak ademi ve yok oluşu hatırlatan ateş bizi biraz da ürkütüyor.

Keza, ‘toprakçı’ da değiliz. Nedense, ayağımızın altındaki toprak, bize de hakir gözüküyor.Ama içimizde yine de ‘üstünlük’ şeytanları dolaşıyor.

Sözgelimi, pek çok insan, her nasılsa ‘Türklük şuuru ve gururu’ taşıyarak yaşıyor. Başkaları başka bir ırkın şuur ve gururunu taşıyor.

Öyle veya böyle,içinde kendisinin yer aldığı milliyeti, içinde kendisinin bulunduğu devleti, ırkı, şehri ve aileyi yücelten;onu diğerlerinden ‘üstün’ gören milyarlarca insan bulunuyor.

Ve tüm bu yüceltmeler, içinde aynı ortak noktayı barındırıyor: BEN!Ait olduğum milliyet, içinde ben olduğum için üstün oluyor. Ait olduğum şehir, ben oralı olduğum için, dünyanın en iyi insanlarını barındıran en güzel şehir oluyor. Ait olduğum toprak parçası, dünyanın en güzel yeri oluyor. Şu yeryüzünde, bizden iyisi, akıllısı, mükemmeli bulunmuyor!

Oysa, şeytanla ilgili Kur’ân âyetleri, tam da bu düğümü açıyor.

Kendini merkez edinen, herşeye kendine göre ‘altlık-üstlük’ biçen, Allah’ın yarattığını dahi kendi ekseninde bölen, parçalayan ve sonunda küfür adına yutan bir tavra dikkat çekiyor.

Kur’ân, kendine bir kibir imkânı sağlamak için Allah’ın yarattığına noksanlık izafe eden, bunun ardından ‘ene’ şirkine kapılarak Saniine isyan eden, o isyanında inat ederek hakikati örtmeye, yani ‘küfr’e saplanan İblis örneğinde, bizi bekleyen büyük bir tehlikeye karşı hepimizi tekrar tekrar uyarıyor.Allah’ın varlığını kabul ediyor olsak bile, kendimizi eksen alıp pekâlâ putlar dikebileceğimizi; işin dosdoğru inkârdan değil, kibir ve şirkten başladığını gösteriyor.

Bu minvalde,‘atalarını yücelten’ müşrikleri, kendilerini ‘seçilmiş’ tutan Yahudileri,malı üstünlük vesilesi kılan şükürsüz zenginleri,evlatlarının sayısıyla övünen babaları.. şiddetli tokatlarla uyarırken,İblis’in düştüğü çukura bizim de düşmemizin ne denli muhtemel olduğunu öğretiyor.

Kendimizi, ait olduğumuz aileyi, milliyeti, sosyal sınıfı.. putlaştırma; pis bir nefsanî gurur uğruna Allah’ın mülkünü bölüp parçalama,O’na kusur ve noksan izafe ederek sonuçta tamamen küfre ve isyana düşme tehlikesine dikkat çekiyor.

İlk insan adem’di ve insanlık adem’le başladı; bunu hepimiz biliyoruz.

adem ise bir kul ve peygamberdi;

Onu yaratan Rabbine uyarak yaşadı ,

ne kendini ‘üstün’ gördü, ne de buna göre felsefeler geliştirdi.

‘Üstünlük’ iddiasına dayalı tüm fikir ve ideolojilerin, meselâ milliyetçiliğin, ırkçılığın, sosyalizmin, aristokrasinin, elitizmin, burjuvazinin, sülaleciliğin, halkçılığın, devletçiliğin... ilk adresini bulmak için başka birinin ismini kaydetmek gerekiyor.

Kur’ân, milliyetçiliği de, elitizmi de.. başlatanın, bütün derdi kendini yüceltmekten ibaret olan İblis olduğunu bildiriyor.

10 Haziran 2007 Pazar

Kâinat, onun (asm) duâsına ‘âmin’ diyor

Kâinat, onun (asm) duâsına ‘âmin’ diyor
O Zât (asm), öyle bir hâcet-i âmme için duâ ediyor ki, değil ehl-i arz, belki ehl-i semâvât, belki bütün mevcudât, niyazına, "Evet, yâ Rabbenâ, ver, biz dahi istiyoruz" deyip iştirak ediyorlar.

ON BİRİNCİ REŞHA: Böyle acîb ve muammââlûd şu kâinatın perde-i zâhiriyesi altında, elbette ve elbette böyle acâib bizi bekliyor. Böyle acâibi haber verecek, böyle hârika ve fevkalâde mu'ciznümâ bir zât lâzımdır.Hem, bu zâtın gidişatından görünüyor ki, o, görmüş ve görüyor ve gördüğünü söylüyor. Hem, "Bizi ni'metleriyle perverde eden şu semâvât ve arzın İlâhı, bizden ne istiyor, marziyâtı nedir?" pek sağlam olarak bize ders veriyor.Hem bunlar gibi daha pek çok merakâver, lüzumlu hakàikı ders veren bu zâta karşı herşeyi bırakıp ona koşmak, onu dinlemek lâzım gelirken, ekser insanlara ne olmuş ki, sağır olup kör olmuşlar, belki divâne olmuşlar ki bu hakkı görmüyorlar, bu hakikati işitmiyorlar, anlamıyorlar?ON İKİNCİ REŞHA: İşte şu zât, şu mevcudât Hàlıkının vahdâniyetinin hakkàniyeti derecesinde hak bir bürhan-ı nâtık, bir delil-i sâdık olduğu gibi, haşrin ve saadet-i ebediyenin dahi bir bürhan-ı kàtıı, bir delil-i sâtııdır. Belki, nasıl ki o zât, hidâyetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husûlü ve vesîle-i vüsûlüdür. Öyle de; duâsıyla, niyazıyla o saadetin sebeb-i vücudu ve vesîle-i icadıdır. Haşir meselesinde geçen şu sırrı, makam münâsebetiyle tekrar ederiz.İşte, bak: O zât öyle bir salât-ı kübrâda duâ ediyor ki, güyâ şu cezîre, belki arz, onun azametli namazıyla namaz kılar, niyaz eder. Bak, hem öyle bir cemaat-i uzmâda niyaz ediyor ki, güyâ benîâdem'in zaman-ı Adem'den asrımıza, Kıyâmete kadar bütün nurânî kâmil insanlar, ona ittibâ ile iktidâ edip duâsına âmin diyorlar.Hem bak, öyle bir hâcet-i âmme için duâ ediyor ki, değil ehl-i arz, belki ehl-i semâvât, belki bütün mevcudât, niyazına, "Evet, yâ Rabbenâ, ver, biz dahi istiyoruz" deyip iştirak ediyorlar.Hem öyle fakirâne, öyle hazinâne, öyle mahbubâne, öyle müştâkàne, öyle tazarrûkârâne niyaz ediyor ki, bütün kâinatı ağlattırıyor, duâsına iştirak ettiriyor.Bak, hem öyle bir maksad, öyle bir gàye için duâ ediyor ki, insanı ve âlemi, belki bütün mahlûkatı esfel-i sâfilînden, sukuttan, kıymetsizlikten, faydasızlıktan âlâ-yı illiyyîne, yani kıymete, bekàya, ulvî vazifeye çıkarıyor.Bak, hem öyle yüksek bir fîzâr-ı istimdâdkârâne ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârâne ile istiyor, yalvarıyor ki, güyâ bütün mevcudâta ve semâvâta ve Arşa işittirip, vecde getirip, duâsına "Âmin, Allahümme âmin" dedirtiyor.Bak, hem öyle Semî, Kerîm bir Kadîr'den, öyle Basîr, Rahîm bir Alîm'den hâcetini istiyor ki, bilmüşâhede en hafî bir zîhayatın en hafî bir hâcetini, bir niyazını görür, işitir, kabul eder, merhamet eder. Çünkü, istediğini--velev lisân-ı hal ile olsun--verir ve öyle bir sûret-i Hakîmâne, Basîrâne, Rahîmânede verir ki, şüphe bırakmaz, bu terbiye ve tedbîr, öyle bir Semî ve Basîr ve öyle bir Kerîm ve Rahîm'e hastır.Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, s. 217

lügatçe:
Hâcet-i âmme: Umumî ihtiyaç.Muammââlûd: Anlaşılmaz ve bilinmez iş.Perverde: terbiye etme, besleme.Bürhan-ı nâtık: Konuşan delil.Bürhan-ı kàtı: Keskin delil.Delil-i sâtı: Parlak delil.Sebeb-i husûlü: Ortaya çıkmasına sebep.Vesîle-i vüsûlü: Kavuşmaya vesile.Salât-ı kübrâ: En büyük namaz.Cezîre: Yarımada.Fîzâr-ı istimdâdkârâne: Yardım isteyerek inleyip, ağlamak.

Kalblerin mahbubu, akılların muallimi

Kalblerin mahbubu, akılların muallimi
Bak, (Hz. Peygamber) değil zâhirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri feth ve teshîr ediyor. Mahbub-u kulûb, muallim-i ukùl, mürebbî-i nüfûs, sultan-ı ervâh oldu.

YEDİNCİ REŞHA: İşte, bak: Şu cezîre-i vâsiada vahşî ve âdetlerine mutaassıb ve inatçı muhtelif akvâmı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini def'aten kal' ve ref' ederek bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi. Bak, değil zâhirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri feth ve teshîr ediyor. Mahbub-u kulûb, muallim-i ukùl, mürebbî-i nüfûs, sultan-ı ervâh oldu.SEKİZİNCİ REŞHA: Bilirsin ki sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde büyük bir hâkim, büyük bir himmetle ancak dâimî kaldırabilir. Halbuki, bak, bu zât büyük ve çok âdetleri, hem inatçı, mutaassıb büyük kavimlerden zâhirî küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ref' edip, yerlerine öyle secâyâ-i âliyeyi--ki, dem ve damarlarına karışmış derecede sabit olarak--vaz' ve tesbit eyliyor. Bunun gibi daha pek hârika icraatı yapıyor.İşte, şu Asr-ı Saadeti görmeyenlere Cezîretü'l-Arabı gözlerine sokuyoruz. Haydi yüzer feylesofu alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar. O zâtın, o zamana nisbeten bir senede yaptığının yüzden birisini, acaba yapabilirler mi?DOKUZUNCU REŞHA: Hem, bilirsin, küçük bir adam, küçük bir haysiyetle, küçük bir cemaatte, küçük bir meselede, münâzaralı bir dâvâda hicabsız, pervâsız, küçük fakat hacâletâver bir yalanı, düşmanları yanında, hilesini hissettirmeyecek derecede teessür ve telâş göstermeden söyleyemez.Şimdi bak bu zâta: Şek büyük bir vazifede, pek büyük bir vazifedar; pek büyük bir haysiyetle, pek büyük emniyete muhtaç bir halde, pek büyük bir cemaatte, pek büyük husûmet karşısında, pek büyük meselelerde, pek büyük dâvâda, pek büyük bir serbestiyetle, bilâpervâ, bilâtereddüt, bilâhicab, telâşsız, samimi bir safvetle, büyük bir ciddiyetle, hasımlarının damarlarına dokunduracak şedid, ulvî bir sûrette söylediği sözlerinde hiç hilâf bulunabilir mi? Hiç hile karışması mümkün müdür? Kellâ! “O ancak kendisine vahyolunanı söyler.” (Necm Sûresi: 4.)Evet, hak aldatmaz, hakikatbîn aldanmaz. Hak olan mesleği hileden müstağnîdir; hakikatbînin gözüne hayalin ne haddi var ki hakikat görünsün, aldatsın.ONUNCU REŞHA: İşte bak: Ne kadar merakâver, ne kadar câzibedar, ne kadar lüzumlu, ne kadar dehşetli hakàikı gösterir ve mesâili ispat eder. Bilirsin ki, en ziyâde insanı tahrik eden meraktır. Hattâ, eğer sana denilse, "Yarı ömrünü, yarı malını versen, Kamerden ve Müşteriden biri gelir, Kamerde ve Müşteride ne var, ne yok, ahvâlini sana haber verecek. Hem doğru olarak senin istikbâlini ve başına ne geleceğini doğru olarak haber verecek"; merakın varsa, vereceksin.Halbuki, şu zât öyle bir Sultanın ahbârını söylüyor ki, memleketinde Kamer, bir sinek gibi, bir pervâne etrafında döner. O Arz olan o pervâne ise, bir lâmba etrafında pervâz eder; ve o güneş olan lâmba ise, o Sultanın binler menzillerinden bir misafirhânesinde binler misbahlar içinde bir lâmbasıdır.Hem öyle acâib bir âlemden hakiki olarak bahsediyor ve öyle bir inkılâbdan haber veriyor ki, binler küre-i arz bomba olsa, patlasalar, o kadar acîb olmaz. Bak, onun lisânında “Güneş dürülüp toplandığında. (Tekvir Sûresi: 1.) • Gök yarıldığı zaman. (İnfitar Sûresi: 1.) • Çarpacak olan felâket. (Kâria Sûresi: 1.)” gibi sûreleri işit.Hem öyle bir istikbâlden doğru olarak haber veriyor ki, şu dünyevî istikbâl ona nisbeten bir katre serap hükmündedir. Hem, öyle bir saadetten pek ciddi olarak haber veriyor ki, bütün saadet-i dünyeviye, ona nisbeten bir berk-i zâilin bir şems-i sermede nisbeti gibidir.Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, s.216

lügatçe:
Feth: Açma.Teshîr: Boyun eğdirme, hizmet ettirme.Mahbub-u kulûb: Kalplerin sevgilisi.Muallim-i ukùl: Akılların öğretmeni.Mürebbî-i nüfûs: Nefislerin terbiyecisi.Sultan-ı ervâh: Ruhların sultanı.Cezîre-i vâsia: Geniş yarımada.Secâyâ-i âliye: Yüksek seciye ve karakterler.Cezîretü'l-Arab: Arap yarımadası.Bilâpervâ: Çekinmeden, korkmadan.Hakikatbîn: Hakikati gören.Müstağnî: Muhtaç olmayan.Müşteri: Jüpiter.Ahbâr: Haberler.

Onun (asm) nuru şarktan garbı tuttu

Onun (asm) nuru şarktan garbı tuttu

Nasıl berk-i hâtif gibi, onun nuru şarktan garbı tuttu. Ve nısf-ı arz ve hums-u beşer onun hediye-i hidâyetini kabul edip hırz-ı cân etti. Bizim nefis ve şeytanımıza ne oluyor ki, böyle bir zâtın bütün dâvâlarının esası olan Lâ ilâhe illallah'ı, bütün merâtibiyle beraber kabul etmesin?

ÜÇÜNCÜ REŞHA: Eğer istersen gel, Asr-ı Saadete, Cezîretü'l-Araba gideriz. Hayalen olsun onu vazife başında görüp ziyâret ederiz. İşte bak:Hüsn-ü sîret ve cemâl-i sûret ile mümtaz bir zâtı görüyoruz ki, elinde mu'ciznümâ bir kitap, lisânında hakàikâşinâ bir hitâb, bütün benîâdem'e, belki cin ve inse ve meleğe, belki bütün mevcudâta karşı bir hutbe-i ezeliyeyi tebliğ ediyor. Sırr-ı hilkat-i âlem olan muammâ-i acîbânesini hall ve şerh edip ve sırr-ı kâinat olan tılsım-ı muğlâkını feth ve keşfederek, bütün mevcudâttan sorulan, bütün ukûlü hayret içinde meşgul eden üç müşkül ve müthiş suâl-i azîm olan "Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?" suâllerine muknî, makbul cevap verir.DÖRDÜNCÜ REŞHA: Bak, öyle bir ziyâ-i hakikat neşreder ki, eğer onun o nurânî daire-i hakikat-i irşâdından hariç bir sûrette kâinata baksan, elbette kâinatın şeklini bir mâtemhâne-i umumi hükmünde ve mevcudâtı birbirine ecnebî, belki düşman ve câmidâtı dehşetli cenazeler ve bütün zevi'l-hayatı zevâl ve firâkın sillesiyle ağlayan yetimler hükmünde görürsün.Şimdi bak, onun neşrettiği nur ile, mâtemhâne-i umumi, şevk u cezbe içinde bir zikirhâneye inkılâb etti. O ecnebî, düşman mevcudât, birer dost ve kardeş şekline girdi. O câmidât-ı meyyite-i sâmite, birer mûnis memur, birer musahhar hizmetkâr vaziyetini aldı. Ve o ağlayıcı ve şekvâ edici, kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zâkir veya vazife paydosundan şâkir sûretine girdi.BEŞİNCİ REŞHA: Hem o nur ile; kâinattaki harekât, tenevvüât, tebeddülât, tegayyürât, mânâsızlıktan ve abesiyetten ve tesadüf oyuncaklığından çıkıp, birer mektubât-ı Rabbâniye, birer sahife-i âyât-ı tekviniye, birer merâyâ-i esmâ-i İlâhiye ve âlem dahi birer kitâb-ı hikmet-i Samedâniye mertebesine çıktılar.Hem, insanı bütün hayvanâtın mâdununa düşüren hadsiz zaaf ve aczi, fakr ve ihtiyacâtı ve bütün hayvanlardan daha bedbaht eden, vâsıta-i nakl-i hüzün ve elem ve gam olan aklı o nur ile nurlandığı vakit, insan bütün hayvanât, bütün mahlûkat üstüne çıkar. O nurlanmış acz, fakr, akılla niyaz ile nâzenin bir sultan ve fîzâr ile nazdar bir halîfe-i zemin olur. Demek, o nur olmazsa, kâinat da, insan da, hattâ herşey dahi hiçe iner. Evet, elbette böyle bedî bir kâinatta, böyle bir zât lâzımdır; yoksa, kâinat ve eflâk olmamalıdır.ALTINCI REŞHA: İşte o zât, bir saadet-i ebediyenin muhbiri, müjdecisi, bir rahmet-i bînihâyenin kâşifi ve ilâncısı ve saltanat-ı Rubûbiyetin mehâsininin dellâlı, seyircisi ve künûz-u esmâ-i İlâhiyenin keşşâfı, göstericisi olduğundan, böyle baksan, yani ubûdiyeti cihetiyle, onu bir misâl-i muhabbet, bir timsâl-i rahmet, bir şeref-i insaniyet, en nurânî bir semere-i şecere-i hilkat göreceksin; şöyle baksan, yani risâleti cihetiyle, bir bürhan-ı Hak, bir sirâc-ı hakikat, bir şems-i hidâyet, bir vesîle-i saadet görürsün.İşte, bak: Nasıl berk-i hâtif gibi, onun nuru şarktan garbı tuttu. Ve nısf-ı arz ve hums-u beşer onun hediye-i hidâyetini kabul edip hırz-ı cân etti. Bizim nefis ve şeytanımıza ne oluyor ki, böyle bir zâtın bütün dâvâlarının esası olan Lâ ilâhe illallah'ı, bütün merâtibiyle beraber kabul etmesin?Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, s.215

lügatçe:
Berk-i hâtif: Birden görünüp, kaybolan pırıltı, şimşek.Nısf-ı arz: Yeryüzünün yarısı.Hums-u beşer: İnsanlığın beşte biri.Hırz-ı cân: Bağrına basıp canı gibi korumak.Cezîretü'l-Arab: Arap yarımadası.Hüsn-ü sîret: Ahlâk güzelliğiCemâl-i sûret: Fizikî güzellik.Muammâ-i acîbâne: Hayret verici, anlaşılmaz ve bilinmeyen iş.Tılsım-ı muğlâk: Anlaşılması zor, kapalı gizli şey.Câmidât-ı meyyite-i sâmite: Suskun, ölü ve cansız varlıklar.Merâyâ-i esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimlerinin tecellî ettiği aynalar.Künûz-u esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimlerinin hazineleri.Keşşâf: Keşfedici.

Peygamberimizin en büyük mu'cizelerinden biri ‘kendi zâtı’dır

Peygamberimizin en büyük mu'cizelerinden biri ‘kendi zâtı’dır

Mu’cize-i Muhammedî, ayn-ı Muhammed'dir (a.s.m.)
Zat-ı Zülcelâl ona demiş: ‘Ve inneke le alâ hulikin azîm" (Ve hiç şüphesiz ki sen pek büyük bir ahlâk üzerindesin. / Kalem Sûresi: 4)Bütün ümmet, hatta düşmanları da dahil olduğu halde, icma etmişler ki; bütün ahlâk-ı haseneye câmidir.Nübüvvetten evvel, ondaki ahlâk-ı hamîdenin kemâline tercüman olan 'Muhammedü'l-Emîn' ünvanıyla iştihar etmiştir.Hazret-i Âişe (r.a.) her vakit derdi: 'Hulukuhü'l-Kur'ân” (Onun ahlâkı Kur'ân’dı). Demek Kur'ân'ın tazammun ettiği bütün ahlâk-ı haseneye câmi idi.İşte o zât-ı kerimde icmâ-i ümmetle, tevatür-ü manevî-i kat'î ile sabittir ki:İnsanların sîreten ve sûreten en cemîli ve en halîmi ve en sâbiri ve en şâkiri ve en zâhidi ve en mütevâzıı ve en afîfi ve en cevâdı ve kerîmi ve en rahîmi ve en âdili; herkesten ziyade mürüvvet, vakar, afüvv, sıhhat-i fehm, şefkat gibi ne kadar secâyâ-yı âliye varsa, en mükemmel bir fihriste-i nurânîsidir.Bunların içindeki nokta-i icaz şudur ki:Ahlâk-ı hasene çendan birbirine mübayin değil; fakat derece-i kemâlde birbirine müzahemet eder. Biri galebe çalsa, öteki zaifleşir. Meselâ:Kemâl-i hilm ile kemâl-i şecaat; hem kemâl-i tevazu ile kemâl-i şehamet; hem kemâl-i adalet ile kemâl-i merhamet ve mürüvvet; hem tam iktisad ve itidal ile tamam-ı kerem ve sehavet; hem gayet vakar ile niyahet haya; hem gayet şefkat ile nihayet el-buğz-u fillah; hem gayet afüvv ile nihayet izzet-i nefs; hem gayet tevekkül ile nihayet içtihad gibi mecâmi-i ahlâk-ı mütezahime, birden derece-i âliyede, bir zatta içtimaı, müzayakasız inkişafları mucizelerin mucizesidir. (Şuaât, Marifetü'n-Nebî)

Rabbimizi tarif eden büyük muarrif: Hz. Muhammed (asm)

Rabbimizi tarif eden büyük muarrif: Hz. Muhammed (asm)
Sath-ı arz bir mescid, Mekke bir mihrab, Medîne bir minber; o bürhan-ı bâhir olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ehl-i imâna imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyâya reis, bütün evliyâya seyyid, bütün enbiyâ ve evliyâdan mürekkeb bir halka-i zikrin serzakiri..

On Dört Reşahâtı tazammun eden On Dördüncü Lem'a’nın;BİRİNCİ REŞHASI: Rabbimizi bize tarif eden üç büyük küllî muarrif var. Birisi şu kitâb-ı kâinattır ki, bir nebze, şehâdetini on üç lem'a ile, Arabî Nur Risâlesinden On Üçüncü Dersten işittik; birisi şu kitâb-ı kebîrin âyet-i kübrâsı olan Hâtemü'l-Enbiyâ Aleyhissalâtü Vesselâmdır; biri de Kur'ân-ı Azîmüşşandır. Şimdi, şu ikinci bürhan-ı nâtıkı olan Hâtemü'l-Enbiyâ Aleyhissalâtü Vesselâmı tanımalıyız, dinlemeliyiz.Evet, o bürhanın şahs-ı mânevîsine bak:Sath-ı arz bir mescid, Mekke bir mihrab, Medîne bir minber; o bürhan-ı bâhir olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ehl-i imâna imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyâya reis, bütün evliyâya seyyid, bütün enbiyâ ve evliyâdan mürekkeb bir halka-i zikrin serzakiri; bütün enbiyâ hayattar kökleri, bütün evliyâ tarâvettar semereleri bir şecere-i nurâniyedir ki, herbir dâvâsını, mu'cizâtlarına istinad eden bütün enbiyâ ve kerâmetlerine itimad eden bütün evliyâ tasdik edip imza ediyorlar. Zîrâ, o Lâ ilâhe illallah der, dâvâ eder. Bütün sağ ve sol, yani mâzi ve müstakbel taraflarında saf tutan o nurânî zâkirler, aynı kelimeyi tekrar ederek, icmâ ile mânen “Doğru dedin ve söylediğin haktır” derler.Hangi vehmin haddi var ki, böyle hesapsız imzalarla teyid edilen bir müddeâya parmak karıştırsın.İKİNCİ REŞHA: O nurânî bürhan-ı tevhid, nasıl ki iki cenâhın icmâ ve tevâtürüyle teyid ediliyor; öyle de, Tevrat ve İncil gibi kütüb-ü semâviyenin(Hâşiye) yüzler işârâtı ve irhâsâtın binler rumuzâtı ve hâtiflerin meşhur beşârâtı ve kâhinlerin mütevâtir şehâdâtı ve Şakk-ı Kamer gibi binler mu'cizâtının delâlâtı ve Şeriatın hakkàniyeti ile teyid ve tasdik ettikleri gibi, zâtında gayet kemâldeki ahlâk-ı hamîdesi ve vazifesinde nihayet hüsnündeki secâyâ-i gàliyesi ve kemâl-i emniyeti ve kuvvet-i imânını ve gayet itminânını ve nihayet vüsûkunu gösteren fevkalâde takvâsı, fevkalâde ubûdiyeti, fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde metâneti; dâvâsında nihayet derecede sâdık olduğunu güneş gibi âşikâre gösteriyor.Hâşiye: Hüseyin-i Cisrî "Risâle-i Hamidiye"sinde yüz on dört işârâtı o kitaplardan çıkarmıştır. Tahriften sonra bu kadar bulunsa, elbette daha evvel çok tasrihât varmış.Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, s.214

Lügatçe:
Muarrif: Tarif edici.Kitâb-ı kebîr: Büyük kâinat kitabı.Âyet-i kübrâ: Büyük âyet.Hâtemü'l-Enbiyâ: Peygamberlerin sonuncusu.Bürhan-ı nâtık: Konuşan delil.İrhâsât: Peygamberimiz (asm) üzerinde peygamberlikten önce görünen harikulade haller.Hâtif: Gaybdan doğru haber veren cinler.Beşârât: Müjdeler.Kâhin: Gelecekten haber verdiği söylenen kişi, falcı.Şakk-ı Kamer: Peygamber Efendimizin işaret parmağıyla Ay’ı ikiye bölmesi mu’cizesi.

*

Uğruna âlemlerin yaratıldığı dua


Uğruna âlemlerin yaratıldığı dua
Her varlık dua eder.
Bir tohum dua eder ve der:
“Yâ Rab! Kendi sınırlı ve dar istidatlarımla senin bir isminin tecellisine mazhar olmak istiyorum. İçimdeki gizli hazineleri, san’atları şuur sahibi varlıkların gözlerine sunmak istiyorum. Bana güç ver. Sümbüllenip çiçekler açmama imkân ver.”
Bu dua öylesine içten, öylesine ihlâslı bir duadır ki, o duanın kabulüyle toprak ve topraktaki sayısız mineraller tohumun emrine amade kılınır. Bulutlar belki binlerce kilometre ötelerden o küçücük tohuma su yetiştirmek için koşturulur. Koskoca güneş, sıcaklığı ile sanki o tohuma itaatkâr bir hizmetçi yapılır.
Her şeyi eksiksiz ve en mükemmel şekilde Yaratan Allah, bu duayı ezelî ilmiyle bilir ve kübulünün bir göstergesi olarak güneşi, dünyayı, toprağı, havayı, kısacası tohumun sümbüllenebilmesi için kâinattaki her şeyi onun hizmetine koşturur.
Bir arı yumurtasından çıkar çıkmaz öyle içten, öyle ihlâslı dua eder ve der ki:
“Yâ Rabbi! Bana verdiğin bal yapma görevimi hakkıyla yerine getirebilmem için bana sayısız çeşit ve güzellikteki çiçeklerin dolduğu bahçeler ver. Yeryüzünü benim için çiçeklerle donat. Her bir çiçekten bal özlerini toplamam, geriye kovanıma şaşırmadan dönebilmem ve topladığım bal özleriyle tadı ve lezzeti benzersiz bal yapmamı nasip eyle!”
Ezel ve Ebed Sultan’ı olan Cenab-ı Mevlâ, o küçük arının o kâinat büyüklüğü ve değerindeki duasını işitir, karşılığını en mükemmel şekilde verir, âdeta her bir arıya bir dünya bağışlanır.
İşte bu şekilde dünya üzerindeki her bir varlığık kendi hâl diliyle dualar eder; her an ve her saniye yapılan dualara cevaplar verilir. O dualarda istenenleri fazlasıyla ikram ve ihsan edilir.
Çünkü her şeyin sahibi, hâkimi olan, istediğini istediği şekilde yaratan Allah, aynı zamanda bütün dualara cevap verir. Hikmetine uygun şekilde yapılan duayı kabul eder, küçük olsun büyük olsun, kolay olsun zor olsun, hiçbir fark olmaksızın mutlaka karşılığını verir.
Bir çekirdeğin duasını ancak Allah işitebilir ve o duaya cevap verebilir.
Bir arının neler istediğini ancak Allah duyabilir ve duasının karşılığını verebilir.
Bir çekirdeğin, bir arının duasını kabul edip, onların emrine koca koca küreleri, yeri ve göğü verebilen Allah, iman şuuruyla dua eden mü’min kullarınının istek ve taleplerini elbette duyacak ve cevap verecektir.
Aslında dua bu açıdan kâinatın ve varlıkların da yaratılış sebebidir. Çünkü insan sonsuz acz ve fakirlik özellikleriyle donatılmıştır. Sahip olduğu her şeyi sınırlıdır. Sınırlı olduğu için de, ihtiyaçları hadsizdir. Eksik olan, ihtiyaç duyduğu şeyleri de ancak herşeye gücü yeten, her şeyi kudreti altında dilediği şekilde yöneten Allah’tan isteyecektir.
Bir çekirdeğin ve bir arının dualarını kabul eden Allah, insan gibi en güzel ve en mükemmel yaratılışa sahip olan insanın dualarına da mutlaka cevap verecektir.
En küçük bir varlığın ihtiyaçlarını kolaylıkla yaratan, yoktan var eden Allah, varlıkların en büyüğü, en üstünü, en yücesi, en sevgilisi olan Resûl-ü Ekrem’in (a.s.m.) dualarını kabul edecek ve ne istiyorsa onu verecektir.
Çünkü bütün varlıkların, bütün kâinatın Mâliki olan Allah kâinattaki her icraatında sonsuz merhamet, rahmet ve şefkate sahiptir. En küçüğünden en büyüğüne kadar bu hakikat kendisini gösterir.
Peki, o büyük ve Rabbi katında en yüce makâma sahip olan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) en büyük duası nedir?
Bediüzzaman Sözler isimli eserinde yer alan Onuncu Söz’de “Ey nefsimle beraber beni dinleyen arkadaş!” der ve içinde yaşanan zaman diliminden gerilere doğru yolculuğa çıkmaya, fikren ve düşünce yoluyla Asr-ı Saadete, Arap Yarımadasına gitmeye davet eder.
Bu seyahatin sonunda bütün âlemlerin fahri, övünç kaynağı; bütün âlemleri yaratan Allah’ın en sevgili kulu vardır.
Bu seyahatin sonunda Resûlüllah (a.s.m.) vardır.
O zât ki (a.s.m.) getirdiği hidayet yoluyla ebedî ve sonsuz saadetin yaşanacağı Cennet hayatının varlık sebebi, bu güzel neticeye ulaşma vesilesi olmuştur.
O zât ki (a.s.m.) kulluğun en zirve noktasında, öylesine büyük ve yüksek seviyede bir namaza durmuştur. O Yüceler Yücesine edâ ettiği ibadette Arap yarımadasındaki, hattâ bütün dünyadaki tüm varlıklar ona tabi olmuşlardır. Daha da geniş dairede, geçmiş ve geleceği de kuşatan bir makamda, Hz. Âdem’den (a.s.m.) kıyamete kadar gelecek tüm iman edenler, bütün nuranî ve kâmil insanlar onun imamlığında saf tutmuşlar, ona tabi olmuşlardır. O büyük namazda olduğu gibi, onun (a.s.m.) yaptığı dualara, niyazlara ve yakarışlarına hep birlikte “âmin” demişlerdir.
Onun (a.s.m.) duasında bütün insanların bekâsı vardır. Onun (a.s.m.) duasında sadece insanların değil canlı cansız tüm varlıkların, semâvât ehli nuranî varlıkların, mânevî âlemlerdeki her şeyin ortak duası olan sonsuz saadete ulaşma, İlahî rızâya nail olma niyazı vardır. Onun (a.s.m.) duasına bütün varlıklar halleri ve dilleri ile katılmakta, “Yâ Rabbenâ! Ver, duasını kabul et, biz de istiyoruz” demektedirler.
O (a.s.m.), öylesine içten, öylesine kalpten, öylesine hazinâne, müştakane, tazarrû ve niyaz ile dua etmektedir ki, bütün kâinat gözyaşlarıyla kendilerinden geçip duasının kelimelerine kadar iştirak etmekte, katılmaktadır.
O (a.s.m.) öylesine yüce bir maksat, öylesine yüksek bir gaye için saadet isteyip dua etmektedir ki, bu dua hürmetine bütün varlıklar hiçlik ve yokluk karanlıklarına yuvarlanmaktan kurtulmuşlardır. Kıymetsizlikten, faydasızlıktan, abesiyetten sıyrılıp en yüce makamlara ve derecelere yükselebilme, sonsuzluğa kavuşma, en ulvî vazife ve görevlere lâyık olabilme nimetine kavuşmuşlardır. Daha da önemlisi birer İlahî mektup olma liyakatine nail olmuşlardır.
O (a.s.m.) öylesine her şeyi işiten, en basit bir varlığın dahi hal diliyle yaptığı duaları işiten bir Semî’den, sonsuz ve sınırsız cömertlik sahibi Kerîmden, istediğini dilediği şekilde yaratan Kadîr’den, her şeyi gören, onun nazarında hiçbir şeyin gizli kalmadığı Basîr’den, hudutsuz ilmi ile her şeyi bilen, bilgisinden en küçük bir şeyin dahi hariç olmadığı Alîm’den istemektedir.
Bir karıncanın veya deniz dibindeki bir canlının dahi isteklerini, en gizli arzularını ve niyazlarını görüp işiten, kabul eden, merhamet eden, dualarının karşılığını veren Allah, böylesine sevgili, böylesine değer ve yücelik sahibi, böylesine önemli bir duaya, niyaza ve yakarışa mutlaka cevap verecek, kabul edecektir.
Üstelik o zât (a.s.m.), kendisi için değil, ümmeti için ister. O zât (a.s.m.), geçmiş ve gelecek tüm insanlık adına ister. O zât (a.s.m.), bekâ istiyor, Cennet ister. Üstelik, her biri birer ayna hükmünde olan varlıklar üzerinde yansıyan sonsuz güzellikteki İlahî isim ve sıfatlar ile birlikte, onlar hürmetine ister.
Eğer âhireti ve sonsuz saadet ve mutluluğun diyarı olan Cennetin varlığını gerektiren sayısız sebepler olmasaydı bile, sadece O zâtın (a.s.m.) bu tek duası, âhiret âlemlerinin, özellikle Cennetin binası ve kurulması için yeterli gerekçe olacaktır.
Evet, bir bahar mevsiminde âdetâ ölen ve beyaz kefenlere bürünen yeryüzünü bir mahşer meydanına çeviren, sayısız haşir ve yeniden diriltme örneklerini sergileyen, sürekli yaratan ve yenileyen sonsuz Kudret sahibi Allah için Cennet’i yaratmak son derece kolaydır. O’nun için en küçük şeyin yaratılmasıyla en büyük varlık ve âlemlerin yaratılması arasında kolaylık-zorluk diye bir ayırım söz konusu değildir.
O zât (a.s.m.) için tüm âlemleri yaratan, akılları hayret ve şaşkınlık içinde bırakacak mükemmellikte sayısız varlıkları, yine sınırsız mükemmellikteki bir nizâm ve düzenle var eden, her bir varlıkta kusursuz san’atlarını icrâ eden Allah için, O en sevgili kulunun yaptığı duaya icabet etmemek gibi bir çirkinliği, merhametsizliği ve intizamsızlığı kesinlikle kabul etmez.
Aksini düşünmek abestir. Böylesi nihayetsiz ve sınırsız güzelliğe böylesi bir çirkinlik yakışmaz. Hâşâ ve kellâ, yüzbin defa hâşâ!
Sonuç olarak, bütün varlık âlemlerinin yaratılma sebeplerinin başında kulluk, ibadet ve dua gelir. Başta bütün insanlık, sonra insanlık içindeki bütün Müslümanlar ve bütün Müslümanların başında bulunan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) muazzam duası, âlemlerin yaratılma sebebidir. Yani, bütün âlemlerin yaratıcısı olan Allah, Habibi Muhammed’in (a.s.m.) istikbalde insanlık namına, belki bütün varlıklar hesabına bir sonsuz saadet ve mutluluğa ulaşmak, sonsuz güzellik ve mükemmellikte olan İlahî isimlerin tecellîlerine mazhar olmak için yapacağı duayı işitmiş, kabul etmiş, bütün varlıkları, hattâ ebedî saadet yurdu olan Cenneti yaratmıştır.1
Resul-ü Ekrem (a.s.m.) risalet ve elçilik vazifesiyle dünyanın kapısını açmaya vesile olduğu gibi, kulluğu ve duasıyla ebedî âhiret kapılarının, sonsuz mutluluk diyarlarının açılmasına da vesile olacaktır.

5 Haziran 2007 Salı

Bir konuda ihtilaf var ise nasıl çözülür?

Soru:Bir konuda ihtilaf var ise nasıl çözülür?

Cevap:Evvela; Allah"ın kitabına müracaat edilir; yoksa peygamberlere
ve sünnetlerine müracaat edilir; yoksa bilginlere ve yazdıkları
eserlere ve içtihatlarına müracaat edilir;
yoksa kendi aklınıza müracaat ediniz. Kesinlikle şeytana ve nefsinize müracaat etmeyiniz

Elbette ki;Allah"ın kitabı;bir tıb veya cebir kitabı değildir.Fakat
hiç tıbtan ve cebirden bahsetmiyor da değildir.Peygamber;tıp doktoru
değildir,ama tedavi ettiği hastalarda olmamış değildir.Hiçbir
peygamber; ben her şeyi bilirim demez.Allah bildirmedikçe hiç kimse
bir şey bilemez.Fakat bir peygamber herhangi bir kişide değildir.Sen
bir zerre isen;o bir güneştir.

Mesela;Ululazm bir peygamber olan Hz.İsa"nın;ölüleri diriltmesi,
doğuştan görmeyenin gözünü tam olarak açması mucizelerine; daha tıp
ilmi yetişememiştir.Sakın yanlış anlama; yetişemez demiyoruz, haydi
tıp alimleri sizde buna yetişebilirseniz,yetişin diyoruz, yeni
keşiflere koşun diyoruz.

İlim adamlarının fikirlerine ve eserlerinede ihtiyaç yoktur demek
yanlış olur. Kendi aklınızı kullanmamak da hiç akıl karı değildir. İş
ehline verilmelidir.Hasta olduğunuz zaman doktora, yazı yazmayı ve
okumayı öğrenmek için okula, dini meselelerde ise diyanete gitmek
gerektir.

HULASA :


Allah; birdir, herşey O"na muhtaçtır. Ne bir başkası Allah'ı
yaratmıştır. Ne de Allah'ın bir çocuğu vardır.Allah'ın; eşi, benzeri
ve ortağı yoktur.Hz.Muhammed;Allah"ın;Habibi, son peygamberi;Kuran-ı
Kerim ise;Hak bir kitabı, ins ve cinnin hakiki bir mürşidi ve Nurudur.

Ruh nedir,nefis nedir?Ben;neyim?Ölümün hakikatı nedir?

Soru: Ruh nedir,nefis nedir?Ben;neyim?Ölümün hakikatı nedir?

Cevap:İnsan;ruh ve bedenin birlikteliği.Mana ve maddenin bileşimi.Şoförü ve kaptanı olan; bir araba,bir gemi veya bir uçaktır.Ruhinsanın aslıdır,kendisidir.Mahiyeti;can"ı,nefsi olan; göz,kulak,kalb,sır, akıl, irade,sorumluluk sahibi,ölümsüz; bir kanundur. Mesela;Yerçekimi kanunu gibi.Ama yerçekimi kanununun yukarda belirtilenvasıfları yoktur.

Ruh"un; dünyadaki işleri yapabilmesi için; elbisesi,evi,sarayı,bineği
mahiyetinde olan bedene ihtiyacı vardır.Ruh; beden sarayının
efendisidir.

Nefs ise bu sarayın bekçisidir,hizmetçisidir.Bedendeki kuvve-i şehvet
ve gadabiyet merkezidir. Mesela;iç alemde;kandaki alyuvarlar vücuda
gelen besinleri alır, akyuvarlar ise zararlı mikropları öldürür.Dış
alemde ise insanın ağzı,dişi besinleri alır,kolu bacağı,kafası
kendisine saldıran düşmanı def eder.

Aynen bu misallerde de görüleceği üzere sarayın bekçisi olan nefsin
vazifesi; bedeni korumak ve bedenin levazımatını tedarik etmek ve
efendisi olan Ruh"a hizmet etmektir

Bedene helal rızk vermek gerektir.Mesela;arabanız benzinli ise mazot
alırsanız yolda kalır motoru bozarsınız,şayet jet benzini alırsanız da
sizi uçurur ve kazaya sebep olabilirsiniz.Helal rızk keyfe
kafidir.Arabanın fabrikasyon ayarlarını, yani Allah"ın yarattığı;
bedenin sıhhatini ve ruhun saflığını bozmamak elzem ve gereklidir.

Mesela;Vücuda;İçki ve uyuşturucu madde almamak gerektir.Bu hem aklı
iptal eder,hem de sizi sorumluluktan kurtarmaz ve hem de işlediğiniz
suçtan dolayı da aynı cezayı alırsınız ve indirim sebebi olmadığı
gibi, verdiğiniz maddi ve manevi zararlarda sizden tazmin edilir.

Nefsi; kullanmak,korumak,dizginlemek, terbiye etmek gerektir.Yoksa
bineğiniz olan nefsi öldürmek hem akıl karı değildir.Hemde intihar
demek olur ki, kesinlikle yasaktır.Nefsin dizginleri,daima ruhun
elinde olmalı,gerektiğinde çekmeli,gerektiğinde gevşetmeli,ama hiçbir
zaman dizgini bırakmamalıdır.

Bedenimizin hücreleri her altı ayda bir yenilenmekte.Yani her altı
ayda bir;ruh;elbisesini değiştirmekte yeni bir cehreye
bürünmektedir.Bunu yeni doğmuş çocuklarda veya muhtelif yaşlardaki
resimlerinizi karşılaştırarak;ibret ile izleyebilirsiniz.Ama siz
değişmezsiniz.

Akıl ise; Ruh"un müsteşarı yani akıl hocası,yol gösteren bir deniz
feneridir.Ruh"a yol gösteren bir Nur"dur.Kuran-ı Kerim ise, manevi bir
güneş,bir mürşid, bitmez ve tükenmez bir bilgi hazinesidir.

Ey deniz feneri hükmünde olan aklına ve mercimek büyüklüğündeki
hafızasına güvenen ve iki küçücük hücreden yaratılmış insan;haddini
bil ve hem Allah"ına şükret ve güven ve hem de Allah"dan her zaman
kork ve tedbirini al.

Ruh ise; beden gemisinin kaptanıdır.Mesela bir ülke düşünelim.Ruh o
ülkenin reis-i cumhuru, akıl veziri ,nefs ise kuvve-i gadabiye olan
ordusu ve kuvve-i şeheviyesi olan hazinesidir. Bir ülke; hazinesi
dolu,ordusu güçlü ve yöneticileri akıllı ise; ilelebed payidar
kalabilir.Bir insan da ne kadar zeki,güçlü ve zengin ise hem hayatını
güzel bir biçimde idame ettirebilir hem başkalarına yardım
edebilir,hemde başkalarına bar ve yük olmaz.

Ruh; katiyyen Baki"dir,yani ölümsüzdür.Fakat bu Baki"lik bizatihi
değil;Allah, öyle takdir ettiği ve istediği içindir.

Ey insanlar ve cinler; baki bir aleme gideceksiniz, o halde hazırlıklı
olun. Ölüm, ruhun bedenden ayrılması; daha önce vefat etmiş olan
sevgili anne ve babanızın ve çocuklarınızın ve sevgilinizin ve
sevdiklerinizin yanına gitmektir.

Mesela ;bir şoför nasıl aracından inince araba hiçbir işe yaramaz
ise,ruh"ta beden aracından inince, beden hiçbir işe yaramaz.Kabre
konan bedendir.

*Sen ise; ruh"sun.Sen bu beden sarayının Aziz bir Sultanı,bu kainat
sarayının; nazenin, nazlı,güzel bir gülüsün.*

Mesela;rüyada o korkuyu veya o sevinci hisseden,kalp gözünüz ile çok
şeyleri gören sizsiniz. Şayet siz beden; olsa idiniz gözleriniz uykuda
kapalı hiçbir şey görememeniz ve yeriniz sabit olduğundan, hiçbir şey
yapamamanız ve hiçbir yere gidememeniz gerekirdi

Ruh bedenden ayrılınca; berzah alemine gitmektedir. Ölüm yokluk ve
hiçlik değildir.Kim yok olmak ister ki,Ezeli ve Ebedi, bir ve tek
olan Allah"ın sevgili mahlukatı da ebedi olmalıdır. Fakat mahlukatın
ebediliği bizatihi değil, Allah"ın dilemesiyledir.

Ey Aziz insan;bir peygamber soyundan geldiğini hiçbir zaman unutma.

Ey insanlar ve cinler;yok olmamak, ebedi yaşamak, baki bir cennete
girmek,her arzunuzun yerine getirilmesini ve güzeller güzeli,kusursuz
ve tek olan Allah'ı görmek istemezmisiniz

Ey sevgili ruh,bunun için Allah'a şükretmeli ve iman etmeli ve Hak
sahibine veya mirascısına hakkını vermeli ve tövbe etmeli;Allah"ın tüm
emir ve yasaklarına eksiksiz uymalı değilmisin!



Hayat kaç tabakadır?

Hayat kaç tabakadır?

Cevab:Hayat; beş tabakadır.Birinci tabaka;şu anda yaşayan insanlara
aittir. İkinci tabakada; Hz.Hızır ve Hz.İlyas peygamber.Ücüncü
tabakada, Hz.İdris ve Hz.İsa paygamber.Dördüncü tabakada,
şehitler.Beşinci tabakada ise vefat etmişler vardır.

Hem Hz.İdris peygamber;cennettedir ve vefat etmişde değildir.Hem
Hz.İsa peygamber ölmüş veya öldürülmüşte değildir.Hem Hz.Hızır
hayattadır;içimizde dolaşmaktadır.Hem şehidler; öldüklerini bilmezler
ve güzel bir hayatları vardır.

Acaba; cennetlik miyim; yoksa cehennemlik miyim?

Soru:Acaba; cennetlik miyim; yoksa cehennemlik miyim?

Cevap:İnsanlar korku ile ümit arasında olmalı. Acaba cennetlik miyim,
yoksa cehennemlik miyim sorusunu merak etmek yerine, en kötü
ihtimali göz önüne alarak, tedbirimizi almak; daha akıllıca bir iş
olsa gerektir. Son nefese kadar, kimin ne olacağı,(mesela;şeytan
hariç) bizce mechuldur.Ölünce değil,şimdiden ve daima " Aman ya Rabbi"
demeliyiz.

Anneniz ve babanız sizi sırtından indirip haydi hayata ve çalışmaya ve
üretmeye dediklerin de; onlara düşman olmayınız ve yaşlandıklarında
onlara "of" bile demeyiniz. Kartal; yavrusunu kayalıklardan;öldürmek
için değil uçmayı öğrensin diye bırakır.Hiçbir ebeveyn, yani anne ve
baba; çocuğunu ateşe atmaz.Ancak, o hayırsız evlat ;anne veya
babasını,kasten öldürerek;cehennemi Hak eder.

Halbuki;anne ve babası; daha küçücükken kendisini şefkatle büyütmüş,
her şeyden esirgemiş idi.İşte;Bismillahirrahmanirrahim"in bir manasıda
budur.

Çocuklarınıza güzel isimler koyunuz. Onları güzel bir şekilde terbiye
ediniz ve yaşadığınız zamana göre güzelce yetiştiriniz.Evlenme çağına
geldiğinde ise evlendiriniz.Ne ekerseniz;onu biçersiniz.Herkes ancak;
çalıştığının karşılığını alacaktır.Arı gibi çalışarak her zaman bal
veriniz. Çalışınız,üretiniz,faydalı olunuz,kalb kırmayınız,veren el
olunuz,israftan kaçınınız.

Ey masumlar,biçareler, mahsunlar,garipler,fakirler ve hakkı gasp
edilenler: sakın zalim zenginliği ve izzetiyle;masum ise fakirliği ve
zilletiyle bu dünyadan göçüp gitti diye üzülmeyiniz ve isyan
etmeyiniz. Sizlerin hakkınız zayi edilmeyecek,bir mahkeme-i kübrada,
eninde sonunda Müntakim ve Kahhar ve Adil olan Allah; sizin hakkınızı
zalimden alıp size geri verecektir.

Ahired de;mal, mülk, para, iltimas, kariyer,rütbe, unvan soy,sop
vb.geçmediği için;ya zalimin sevapları size verilecek veya sizin
günahlarınız zalime yüklenecektir.

Cennette huzur ve güven ve zenginlik içinde; bir daha ölmemek
üzere,ebedi yaşayacak;her istediğinizi yapacak,her dilediğiniz
melekler tarafından yerine getirilecek; dünyadaki fakirliğinizin,
çaresizliğinizin ve acizliğinizin intikamını;fazlasıyla doya doya
çıkaracaksınız.

Dikkat ediniz;imtihan ve hesap; zor ve çetindir.Ne mutlu;o zerre kadar
imanı muhafaza edene,ne mutlu; iman ile son nefesini verene.

Kıyamette; güneş nasıl batıdan doğacak?

Cevap:Belki bir yıldız,dünyamıza çarparak, dünyanın dönüş yönünü
tersine çevirecek ve güneş batıdan doğacaktır.

Velev ki;bu yıldız dünyamıza çarpmasa ve dünyanın yakınından geçse
bile; okyanusları kendine çekecek, Hz.Nuh peygamber zamanındaki
tufanda olduğu gibi okyanuslar, denizler, göller ve nehirler
yükselecek ve medeniyet birkez daha gark olacak veya nükleer
silahların hepsi birden aynı anda ateşlenip;o füzeler mermi gibi
çilekeş dünyamızın vefakar bağrına saplanıp,mevtine yol açacaktır.

Ey şeytan; sende;her an,ansızın kıyametin kopmasını ve defterinin
dürülmesini herhalde istemezsin.Kaderinin ve ecelinin; topraktan
yaratılan; Ademoğlunun ve Allah"ın elinde olduğunu hiçbir zaman
unutma. Allah"ın "Ademe secde et" emrinin hikmetini anla;titre ve
kork.

Kıyamet ne zaman kopacak?

Kıyamet ne zaman kopacak?

Cevap:Kıyamet sen öldüğün vakit kopacak.Eğer bu soru ile; kainatın
kıyametini kastetmiştim diyorsan;elbetteki bir gün onunda kıyameti
kopacak.Hem "ben öldükten sonra isterse Tufan olsun bana ne" diyen sen
değilmisin. Hem kendi ecelin ile birlikte kıyametin vakt-i zamanını
bilmek; hayatı sana zehir eder.Ecelin gizli kalmasının bir hikmeti de
bu olsa gerektir.

Farzedelim ki; 120 sene sonra;şu kainatında kıyameti kopacak.Şu anda
yaşlı dünyamızda misafir olan altı milyar kusur insanın; ekseriyeti o
vakit kabirlerinde olacaklardır.Kıyamete yetişenler bizzat,daha önce
vefat etmiş ruhlar ise; kabirlerinden o dehşetli anı bir manada
göreceklerdir.En sonunda; tüm ruhları kabzeden Azrail"in
canınıda,Allah alacak.Ve Allah "bu mülkün sahibi kimdir" diyecek;ama
hiç kimseden ve hiç bir şeyden ses çıkmayacaktır.Bunun üzerine Allah;
kendi sorusunu kendisi cevaplayarak"bu mülkün sahibi Vahid ve Kahhar
olan Allah"dır"diyecek.Sonra mahlukatını hesap için;tekrardan
yaratacak. Şeytan ve yardımcıları kaçacak bir yer bulamayacak, herkes;
zerrece yaptığı iyiliğin ve kötülüğün karşılığını alacak ve hiç
kimseye zerre miktar haksızlık yapılmayacaktır

Yavruma doyamadan vefat etti,ne

Soru:Yavruma doyamadan vefat etti,ne
yapmalıyım?

Cevap:Ey Aziz ;eceli ile vefat etmiş küçük çocuklarınız size ahired de
şefaatçi olacaklar; "annemi,babamı isterim "diyerek sizi cehennemden
kurtaracaklardır.O halde sabrediniz. Çocuklarınızı ve rahimlerdeki
ceninleri de rızk endişesi ile öldürmeyiniz.Yoksa;ahired de o masum
çocuklar,sizden ve iştirakçilerinizden;davacı olacaklardır.

Dünyadaki;hadsiz kötülüklere, günahlara, cinayetlere,Allah;niçin Mani olmuyor, zalimleri niçin hemen cezalandırmıyor

Soru:Dünyadaki;hadsiz kötülüklere, günahlara, cinayetlere,Allah;
niçin Mani olmuyor, zalimleri niçin hemen cezalandırmıyor?

Cevap:Şu an imtihan vakti olduğundan;imtihanın huzur ve sukununu
bozmuyor,yalnız huzuru bozanları ve kopya çekenleri tespit edip
sessizce dışarı çıkarıyor.İmtihanın,ahengini bozmamak ve talebeleri
korkutmamak ve imtihanı amacına ulaştırmak ve sonsuz şefkatinden
dolayı ve bir aile reisi gibi,cezayı bazen hikmeti gereği erteliyor
ve mahlukatına son nefesine kadar süre veriyor.Ola ki yanlış yoldan
döneler,ola ki hidayete ereler.

Hem,eğer her haksızlıkta Allah size bir tokat vursa idi o zaman herkes
korkudan, zoraki iyi olur ve hayat yaşanmaz bir hal alır, idi. Hem
bizlere seslenmediğini nerden biliyorsun.Hem Habibi olan ve
Hz.Muhammed"e indirilen ve Allah"ın kitabı olan Kuran-ı Kerim ile
bizlere her zaman seslenmektedir.

Sem olan Allah,her şeyi duymakta. Basir olan Allah,her şeyi görmekte.
Habir olan Allah ise her şeyden haberdardır.Her şey melekler
tarafından kayıt altına alınmakta ve ahiretde bir mahkeme-i kübrada,
delil olarak saklanmaktadır. Hem Allah"ın haddi aşanları yerin dibine
geçirmediğini nerden biliyorsun. Hem,Allah"ın uyuduğunu nerden
çıkarıyorsun!Yoksa uyuyan ve vazifeni yapmayan ve Allah"ı dinlemeyen
ve her haltı işleyen ve her türlü zulüm yapan sen misin!Yoksa keşke
şefkat tokadı yeseydim de uyansaydım mı diyorsun!Yoksa Allah"tan bile
daha çok; saygı gösterdiğin ve korktuğun; bir şeyin, seni ahirette
kurtaracağını mı zannediyorsun!Hem Allah"ın sonsuz şefkati sizi
yanıltmasın.Hem cennet ucuz değildir. Hem cehennem dahi lüzumsuz
değildir.Hem Allah"ın Rahmetinden de umut kesmemek gerektir

Hem imtihan olmasa idi; Elmas ruhlu peygamberler ile kömür ruhlu
şeddatlar, nemrutlar, fravunlar nasıl ayırt edilecekti?Şayet öğretmen
soruları bazı talebelere iltimas yapıp önceden dağıtsa veya kopyayı
serbest bıraksa idi;hem imtihanın sırrı bozulacak,hem hayatın ve
imtihanın zevki kalmayacak, hem de çalışkan talebeye ve çalışana
haksızlık ve Adaletsizlik olacak ve hem de terakki ve yarış olmayacak,
hem medeniyet ve insanlık yerinde sayacak, hem de öğretmene haklı bir
itiraz yapılacak idi.

Mesala;silaha harcanan paranın cüz-i bir miktarı açlığa
ayrılsa,dünyada yoksulluk kalkacak. Herkes hakkına razı olsa;dünyada
davalar,kavgalar, savaşlar olmayacak.Herkes evinin önünü dahi
süpürse,çevremizde hiç çöp kalmayacak idi.

Allah"ın"içki içmeyiniz,kumar oynamayınız,fuhuştan,fal oklarından,
sihirden uzak durunuz, faiz almayınız,haksız yere bir cana kıymayınız,
kötülüklere mani olunuz, Allah"a; ortak koşmayınız vb."emir ve
yasaklarına uymayan sen, savaşlarla dünyayı yakıp yıkan sen,Allah"ın
kanunlarını ve düzenini yürürlükten kaldırdığını zanneden ve bununla
övünen sen, Allah"ın gücü yetiyorsa;kanunlarını ve düzenini geri
getirsin diye;Allah ile dalga geçen ve kafa tutan sen,haksızlıklara
ses çıkarmayan ve görevini yapmayan ve görevini kötüye kullanan sen;
doğruyu söyleyenleri kovan ve cezalandıran sen; sonrada
sorumluluktan ve cezadan kurtulmak için suçu kadere ve Allah"a
yıkmak isteyen,sen!

Hem tabiat,tabiat kanunu ve tabiat ana dediğiniz aslında Allah"ın;
kanunu, düzeni ve bir mücessem kitabıdır.Hem insan bu kainatın küçük
bir örneğidir. Hem tabiat kitabını da iyi okumak gerektir. Hem;tabiat
kitabını okuyan ve sırlarını açığa çıkaran; medeniyetin ve insanlığın
yükselmesi için çalışan,keşifler yapan; üniversite öğretim
görevlilerine, alimlere, öğretmenlere, mühendislere,doktorlara,
mucidlere,bilginlere, bilgelere vs.saygı göstermelidir.

Evet;dinde zorlama yoktur, teklif vardır.Allah'a hiç kimse iman etmese
veya kanunları ve düzeni alaya alınsa veya uygulanmasa veya gece
gündüz yarattığı tüm varlıklar;Allah'a küfür ve isyan etseler yinede
Allah onların rızklarını verir.Ama; imtihan bittikten sonrada çetin
bir hesap vardır. Hem Allah çok Sabır"lıdır ve ansızın yakalar.

Sakın yanlış anlama;biz diyoruz ki;madem siz kendi beşeri kanunlarınız
ile yönetiliyor iseniz; Allah"a niçin isyan ediyorsunuz ve suçu niçin
kadere yıkıyorsunuz!Hem;beşeri kanunlarınızı ve düzeninizi beğeniyor
iseniz;Devletinize ve rejiminize niçin karşı geliyorsunuz!

Belki biz diyoruz ki;en kötü bir kanun ve nizam dahi, kanunsuzluktan
ve anarşiden iyidir ve haydi kanun koyucuları,yetkililer, görevliler,
aile reisleri,insanlar ;gece gündüz çalışıp, makus talihinizi
değiştirin diyoruz. Çünkü, Aziz olan insan; her şeyin en iyisine ve en
mükemmeline layıktır.

Hem herhangi bir devletin;kanunlarını ve düzenini; veya bir dini veya
inancı,kişi veya kurumları tezyif;tahkir ve rencide etmek doğru
değildir. Hem Allah"ın kanunlarını kabul edip etmemek,uygulayıp
uygulamamak; sizin ihtiyarınıza kalmış bir şeydir.

Hem; şeytana ve deccale karşı; insanları ve cinleri uyarmak;sizi ve
ailenizi,dostunuzu, sevgilinizi; öldürmeye ve zehirlemeye çalışan,
yılandan sizi haberdar etmek ve korumak ; güzel ve doğru olsa
gerektir.

Hem biz insanı severiz.Hem insanlar da zaten Allah"ı çok
sever.Allah"ta insanları çok sever. Hem; Yaratılanı;Yaratan dan dolayı
sevmek gerektir.


Deccal ve Mehdi kimdir? Mucize,keramet ve sihrin aslı nedir?

Soru:Mucize,keramet ve sihrin aslı nedir?Deccal ve Mehdi kimdir?

Cevap:Bir zaman iki ayna var imiş,her iki aynada yüzlerini göktekigüneşe çevirmiş.Aynalarda akseden,tecelli eden güneşi, her iki aynadainsanlara çevirdiğinde; insanların gözlerini kamaştırmışlar.Aynalardan biri;ben insanların gözlerini kamaştırdım diye;kibirlenmişve kendisinde bir şeyler olduğunu, tevehhüm, zan etmiş.

Diğer ayna ise mütevazı bir şekilde,aslında kendisinde bizatihi birşey olmadığını,gökteki güneş olmasa bir hiç olduğunu, önceki aynayasöylemiş.İşte gururlu ayna, sihir,fal ve büyü gibi menfi ve zararlı ilimler ileilgilenip insanlara zarar veren ve insanları kendisinin etkilediğinive her şeyi bildiğini zanneden ve sihir yapan ve nazar veren, şeytanve deccal gibidir.

İşte gururlu ayna, sihir,fal ve büyü gibi menfi ve zararlı ilimler ile
ilgilenip insanlara zarar veren ve insanları kendisinin etkilediğini
ve her şeyi bildiğini zanneden ve sihir yapan ve nazar veren, şeytan
ve deccal gibidir.

Ama mütevazı ayna ise mucize ve kerametin asıl sahibinin Allah
olduğunu bilen, dünyevi, fenni,müspet ve uhrevi faydalı ilimler ile
ilgilenip insanlara faydalı olan bilge kişidir.

Mesela;Hz.Musa"nın asası ile denizin ikiye ayrılması ,Hz.İsa"nın;
Allah"ın izni ile ölüleri diriltmesi, Hz.Muhammed"in bir işareti ile,
gökteki ayın ikiye bölünmesi hadiseleri birer mucize olup, bunlar
Allah"ın iradesi ve kudreti ile olmuş.Hiçbir zaman,hiçbir peygamber;
gösterdiği ve mahzar olduğu mucize ile övünmemiş, sadece insanlara ve
cinlere; peygamber olduklarını kanıtlamak ve ikna etmek için mucize
göstermek zorunda kalmışlardır.


Gıbta edilecek kişi gökteki güneşin ısı ve ışığına mazhar olan
kendisini güneş zannetmeyen ama güneşi gösteren,bir ayna olduğunu
unutmayan kişidir.Bu aynaların en güzelleri peygamberlere aittir.En
kötüleri ise şeytan ve deccal gibilere aittir. Şeytan ve deccal gibi
kötü kişilerin şerrinden Allah"a sığınmak gerektir.Çünkü insanları ve
insanlığı tesirleri altına almakta ve aldatmakta, insanlığın ve
medeniyetin mahvına sebep olmakta; bu nedenle de
şeytanın;kuklası,maskarası ve aleti durumuna düşmektedirler.


Mesela;deccal sihir ve manyetizma ile insanları etkileyecek,gözlerini
kamaştıracak ve ilmi kötüye ve nefsine kullanıp insanlara zulmedecek,
şeytanın dolduruşuna gelip,İlahlığını ilan edecektir


İnsanlığa faydalı bilgileri, başkaları ile de paylaşınız,
yayınız.Teorik bilgilerinizi,pratiğe dökünüz.Mümkünse insanlık ve
medeniyet için yeni icatlar, keşifler yapınız,olduğunuz yerde
saymayınız.Sizden sonraki nesil için faydalı bir şeyler yapıp güzel
bir miras bırakınız.Ahiret de sizi kurtaracak bir eseriniz olmadan,
ahirete göç etmeyiniz.


Zaman;hakikat zamanıdır.Bana bu bilgileri kimse öğretmedi; diyen
kişinin hesabı; bilenden ve bildiği halde susan herkes den
sorulacaktır


Sizde;şimdi sorumluluktan kurtulmak için; öğrendiğiniz bu
bilgileri,önce aileniz ve sonra herkes ile paylaşınız.Bu
bilgileri;internet sitenizde yayınlayabilir,dosya olarak dostlarınıza
gönderebilir veya tercüme edip yabancı kardeşlerinize
gönderebilirsiniz.Bilgiyi kendinizde haps etmeyiniz ve bu bilgileri
herkesin bildiğini de zannetmeyiniz.Size bir harf öğreten
öğretmenlerinize hürmet ediniz


Her zaman;fikri hür,vicdanı hür, gerçekçi ve gerçeklere açık olunuz.
Körü körüne bir şeye veya kişiye bağlanmayınız,aklınızı
çalıştırınız.Yani kula, kul olmayınız;Abdullah olunuz.Çocuk ile
çocuk,büyük ile büyük olunuz.Her şeyin; illa ki herzaman Allah"a
muhtaç olduğunu hiçbir zaman unutmayınız.


Doğruyu,alınız;yanlışı ve batılı atınız.İfrat ve tefritten sakınınız.
Mesela;dinsizlik ve dini taassup gibi.Dini taassup;Kuran-ı Kerimin ve
dinin; cahil kişilerce yanlış bilinmesi ve bu nedenle,insanların;
dinden soğuması ve dine düşman olması demektir.Dinsizlik ise;
dindarlara ve dine; hak ve hakikatlere, düşman olmak demektir.

Mesela;matbaa'ya günah demenin ne akıl ile nede din ile bir alakası
olamaz.Din teknolojiye değil;aklını çalıştırmayan akılsızlara
karşıdır.


Mesela;bir lokma bir hırka;vatan ve millet;eşitlik ve özgürlük vs.
felsefeleri ile dini veya siyasi; muritlerini,üyelerini,mensublarını,
milletini,insanları,devletleri; uyutan.Kendisi,refah ve zenginlik
içinde yüzen ve insanları ve devletleri; sağ,sol,laik,anti laik,siyah,
beyaz, dini, mezhebi, ırki,vs.ayrılıklar ile birbiri ile
çatıştıran;bütün güçleri yok ettikten sonra, kendi adamlarını kilit
noktalara yerleştirip ülkeleri işgal eden ve soyan; hilebaz düzenini
ve iğrenç çarkını, savaş,terör,silah, uyuşturucu,kara para,faiz,kadın
ve köle ticareti ile sağlamlaştıran; değil insan;ancak yalancı,
düzenbaz, zalim,katil,sahir, nazarı değen,alçak, tefeci, hırsız,
namert, bir münafık ve hain olabilir ki; ona deccal derler.


Dinsizlik ve ifsat komitelerinin başını çeken deccal;öyle münafık
birisidir ki;insanlara dindar gözükecek.Yani mensup olduğu milletin
manevi değerlerine zahiren saygılı gözükecek.Dini taassubu,batıl ve
hurafeleri; sanki din imiş gibi gösterip;cerbeze ve sihir ile
insanları dine düşman edecek ve kurnazca dini ve siyaseti kullanıp,
insanları; dinsizlik bataklığına atacaktır.


Hem Kuran-ı Kerim"deki sağ, sol ayrımı ile; siyasi partilerdeki
sağ,sol ayırımı aynı değildir. Size göre sol olan,sağ;sağ olan da sol
olabilir.Hem hain Deccalin; sağı, solu da belli değildir. Sağ gösterip
sol;sol gösterip sağ vurabilir.Hem o hain; hem sağın hem de solun
düşmanıdır. Çünkü o;kendisinden başka rakip kabul etmeyen bir münafık
ve yalancıdır.Emanete de hainlik eder.

Her asırda ve her millet de;mehdi ve deccal misal kişiler çıkar.Bütün
insanlar ve milletler imtihana tabidir ve tarih tekerrür eder.Hem
adları lazım değildir. Hem;imtihan sırrını bozmamak
gerektir.Hem;insanlar imtihan edilmeden,cennete gireceklerini mi
zannediyorlar!


Kurduğunuz beynelminel gizli,yasa dışı veya zahiren yasal gözüken
sinsi örgütleriniz ve masum gözüken kurumlarınız ile; Dünyayı soyup,
insanları köleleştirip,milli servetleri ülke dışına kaçırıp, zenginlik
ve refah içinde yüzdüğünüzü ve dünyayı kendinizin yönettiğinizi mi
zannediyorsunuz! Hem şura"ya yani milletin meclisine hem de milletin
kendi kendini yönetmesine ve hem milletin gerçek ve doğru değerlerine
ve hem de aile yapısına karşısınız. Ama; her akıl ve güç sahibinin
üstünde de bir akıl ve güç vardır.O güç bir gün mutlaka sizi yerin
dibine geçirecektir.Hem bir gün elbet öleceksiniz. Hem bundan da asla
kuşkunuz olmasın.


Mehdi; Aziz insanları dinsizlikten ve dini taassuptan
kurtaracak.Fakat; hem deccal, hem de deccalin;makam ve mevki ile
kandırdığı yarım hocalar;Mehdi"ye cephe alacak ve karşı
geleceklerdir.Yarım hoca dinden, yarım doktorda candan eder diye boş
yere denilmemiştir. Sakın yanlış anlama; din alimlerine ve doktorlara,
her zaman hürmet edilmelidir


Hem mehdiyi hiç kimse öldüremez, hem o mübarek ve nurani zat; eceli
ile vefat eder


Hem deccali; ancak Hz.İsa peygamber öldürebilir.Hem Hz.İsa peygamber
ölmüş ve öldürülmüşte değildir.Hem annesi Hz.Meryem;saf ve tertemiz
bir şekilde ve hiçbir erkek ile ilişki kurmadan;Allah"ın bir mucizesi
olarak;Hz.İsa peygamberi doğurmuş.Hem daha kundakda iken de; konuşmaya
başlamıştır.


Sakın yanlış anlama;Hz.İsa peygamber yeni bir din ve kitap ile
gelmiyecek, önceki peygamber ve kitapları teyid ve tasdik etmek için
gelecektir


Hem herkes Hz.İsa peygamberi tanımıyacak.Yani imtihan sırrı
hiçbirzaman bozulmayacak, hayat ve imtihan devam edecek. İlahlık
taslayanlar ise herzaman olduğu gibi yerin dibine geçirilecektir.

Dinsiz bir millet yaşayamaz.Sadece manevi veya sadece maddi kanat ile
de uçamazsınız.Hem maddi,hem de manevi kanat ile ve birbirleriyle
orantılı ve ahenkli olmak şartıyla uçabilirsiniz


Malın; kırkta bir zekatı olduğu gibi, ilmin ve kuvvetinde bir zekatı
vardır.Bilen ile bilmeyen bir değildir.İlim mümin"in yitiğidir, nerede
olursa alır.İlim Çin"de de olsa alınız. Hayatta, en hakiki mürşid
ilimdir. Faydalı tüm ilimlerden istifade ediniz, ettiriniz. Beşikten
mezara kadar faydalı ilim öğreniniz


Okuyunuz,okutunuz.Ne demiş Yunus Emre,'İlim ilim bilmektir, ilim
kendin bilmektir,sen kendini bilmez isen ilim nice okumaktır.'

Şeytan kimdir,amacı nedir?

Soru:Şeytan kimdir,amacı nedir?

Cevap:Şeytan"ın aslı cin olup ateşten yaratılmıştır.İnsanın apaçık,
bir düşmanıdır. Mahlukatı, Allah"a düşman etmek için fırsat kollar. Bu
hayatı insanlar için cehenneme çevirmeye çalışır.


İnsan, şeytan"dan herbakımdan üstündür.Mesela;Hz.Süleyman peygamber,
cinleri emri altında tutmakta ve cinlere istediğini yaptırabilmekte
idi. Fakat şeytan"ıda hafife almamak gerekir.Çünkü Hz.Adem babamız ile
Hz.Havva annemizin cennetten çıkmasına vesile olmuştur. Biz şeytanın
inadına,bu dünyayı cennete çevirmek için çalışmalıyız.
*Dikkat ediniz!Allah"ı inkar etmemek ayrıdır,Allah"a iman etmek
ayrıdır.Allah"ı inkar etmek ise;hiçmi hiç akıl karı değildir.*

Daha önce meleklere bile ders veren,şeytan, kibrinden dolayı; Allah"ın
" Ademe secde et" emrine karşı gelmiş.Bu yüzden; Allah'ın Rahmetinden
kesin bir şekilde kovulmuş ve imtihanı kaybetmiştir



Hem melekler;Allahın güzel,güçlü,akıllı ve mutiaskerleridir.Hem;meleklerin cüz-i iradeleri yoktur.Hem bu yüzdenimtihana da tabi değillerdir.Hem meleklerin makamları sabittir.Hem omelekleri hafife almakta akıl karı değildir. Hem şeytan; Allah"tan,süre istemiş, Kıyamet vaktine kadar, kendisinesınırlı bir süre verilmiş. "Bende Senin ihlaslı kulların hariç,herkesiSana düşman edeceğim ve onları azdıracağım" diyen şeytan; Hz.Adempeygambere ve nesline karşı,büyük bir savaş başlatmıştır



Sakın sizi şeytan, Allah afedicidir diye yanıltmasın. Çünkü, Allah af
edicidir ama, kul hakkı hariçtir.Allah"tan korkunuz.Çünkü Allah,aynı
zamanda "Kahhar"dır.Nice milletler Allah"ın kahredici gücü ile tarih
sahnesinden silinmişlerdir.Mesela;Hz.Nuh Peygamber zamanındaki tufanda
olduğu gibi

Bütün ihtilal ve devrimlerin sebebi nedir?Ne yapmalı?

*Soru:Bütün ihtilal ve devrimlerin sebebi nedir?Ne yapmalı?

Cevap:Şeytanın ve deccalin;dünyayı fesada veren ve çoğu ihtilallerin
ve devrimlerin sebebi olan ve insanlar için dünyayı cehenneme
çeviren,"sen çalış ben yiyeyim ve ben tok olayım başkası açlıktan
ölsün bana ne" düşüncesini, ortadan kaldırmak ve sosyal; refah ve
eşitlik ve adalet ve huzur için çalışmak, insanlığa yapılacak en büyük
hayırlardan biri olsa gerektir.

Emek ve sermaye; aralarına uzlaştırıcı, aklı da alarak, sulh içinde ve
refah içinde yaşamalı, taraflarda suiniyet ve angarya olmamalıdır.

Mesela, bina yapacak sermayesi olmayan fakir bir kişinin barakasını,
zengin müteahhide verip onunla Hakkaniyet ile anlaşıp refaha ve
zenginliğe kavuşması akıllı bir iştir.Mesela;
yarıcılık,kooperatifçilik, imece vs. akıllıca bir işdir.Emek,sermaye
ve akıl birleşmeli, çatışmamalı ve çatıştırılmamalıdır.Yıkıcı
değil,yapıcı olmalı.

Zenginliğe ve zenginlere değil;zenginliğin topluma yansıtılmamasına,
gelir adaletsizliğine, sömürüye, bencilliğe,suiniyete, haksızlıklara,
zulme şeytanın üstünlük taslayan kibrine ve kendisini efendi,başkasını
köle kabul eden batıl ve yanlış fikre karşı olmak gerektir.

Ey, sermaye sahipleri;dünyanın ve kendi ulusunuzun ve vatanınızın
istikbalini gözeterek, daima yatırıma ve üretime ve istihdama
çalışınız. Parayı haps etmeyiniz.Gelir dağılımına dikkat ediniz.
İşçileri bir köle gibi,kullanmaya kalkmayınız. İşçide; işverenin,
iyiniyetini suistimal etmemelidir.

Aziz insanlar size iş veren;işvereninize hürmet ediniz.Çünkü;çalışma
karşılığında aldığınız ücret ile;imanınızı ve namusunuzu muhafaza
ettiğinizi unutmayınız.İşveren de; çalıştırdığı kişileri kollamalı ve
korumalı;suiniyetli kişilere hiçbir zaman fırsat vermemelidir.

Medeniyetin tekamülü ile; kölelik devri kapanmış.Hürriyet,eşitlik ve
malikiyet devrine girilmiştir. Kast sistemi de fıtrata aykırıdır.

Herkese;fırsat eşitliği sağlanarak,terakkinin ve yükselmenin önü
açılmalı.Görev; Hak edene ve ehil kişilere verilmeli, iltimas ve
kayırma olmamalıdır.Fakirlik ve kölelik bir kader olmaktan
çıkartılmalı;daima çalışmalı,
üretmeli,kazanmalı,yemeli,dağıtmalı,yükselmelidir

Hem devrim;akıllarda ve gönüllerde olmalı;zülüm,kargaşa ve anarşiye
sebep olmamalı; bilakis daha iyiye,daha güzele,daha doğruya vesile
olmalı,fakirler ve toplum bundan zarar görmemelidir.Mesela;
Hz.Muhammed peygamberin ilelebed faizi kaldırması büyük bir
devrimdir.Sakın yanlış anlama;devrimcilik; yakıp yıkma değildir.Hem
yapmak;yıkmaktan daha zordur.Hem yıkıcı değil;yapıcı ve dikkatli ve
tedbirli ve akıllı ve doğru olmak gerektir.

Ey ehl-i kitab; birbirinizle mücadele etmek yerine; tüm insanlığın ve
mahlukatın; şeytanın ve deccalin hile ve desiseleri ile, içine düştüğü
sıkıntı ve belalardan kurtulması için çalışmak ve ittifak etmek daha
akıllıca olsa gerektir.

Biz gençlere ne tavsiye edersin?Bataklığa düşmüş insanları;kim, nezaman, nasıl kurtaracak?

Soru:Biz gençlere ne tavsiye edersin?Bataklığa düşmüş insanları;
kim, nezaman, nasıl kurtaracak?

Cevap:Ey gençler kendinize uygun,münasip bir iş ve eş bulmak için
çalışınız. Yoksa oruç tutunuz.Oruç ve evlilik nefsi dizginlediği gibi,
şehveti söndürür. Batakhanelerin kapısına kepenk vurur. Zina hoş
görülemez. Hiçbir ehl-i namus hatta en serseri bir kişide eşinin zina
yapmasına razı olmaz olamaz.Bataklıkları ve batakhaneleri kurutmak
gerektir.Çünkü mikrop ve hastalık yayarlar.Mesela;sıtma ve aıds gibi.

Ey şeytanın ve deccalin bataklığa düşmüş ve düşürülmüş Aziz insan,
elbet birgün senin feryadını işiten bir civanmert yiğit, çıkacak;
seni ve tüm insanlığı, şeytanın ve deccalin o pis bataklığından
kurtaracaktır.

O yiğit neden sen olmayasın, Nemrudu öldüren; kör,topal,hasta bir
sivrisinekten veya Hz.İbrahim peygamber için yakılan ateşi söndürmek
için gelen küçücük bir karıncadan daha mı acizsin!Yoksa sende
Mehdi"yimi bekliyorsun.Niçin sen Mehdi veya Mehdi misal;yani Mehdi
gibi olmayasın,sana Mani olan mı var,yoksa olamazsın diyen mi
var,yoksa senin için ayrıca bir ayetin mi inmesini bekliyorsun.Ey aziz
insan;Hz.Adem peygamber soyundan geldiğini hiçbir zaman unutma.

Haydi işverenler;sizlere çok görev düşmektedir.Bir kişiye iş vermek;o
kişiyi bataklıktan çıkarmak veya bataklığa düşmeye engel olmak
demektir.Ey zenginler; malınızın kırkta birini bile yatırıma
yönlendirseniz;dünyada işsiz kalmayacaktır.Hem büyüklük vermekle olur.

Haydi görevliler,yetkililer,ahlak zabıtaları vs.;insanlar size
güvenmekte ırz ve namuslarını,can ve mal güvenliklerini size emanet
etmektedirler. Görevinizi eksiksiz yapınız. Aldığınız maaşı Hak
edip;sonrada afiyetle yiyiniz

Yanlış anlama;biz kanunları çiğne, adaleti sen yerine getir demiyoruz
veya görevlileri eleştirmiyoruz. Belki biz;adaleti ve görevini yerine
getirmeye çalışanlara yardımcı ol diyoruz.

Mesela; bir kişi boğuluyor,sende yüzme biliyor isen,hemen o kişiyi
kurtar.Sonrada devletin yetkili mercilerine haber ver diyoruz."Yok
benim görevim ve işim bu kişiyi kurtarmak değildir" deme diyoruz.Bu
çilekeş ve vefalı dünyamıza; bir küçücük bir fidan, bir ağaçta sen dik
diyoruz.

Mesela;İslam peygamberi,Hz.Muhammed ;aileleri tarafından diri diri
mezara gömülen kız çocuklarını gömülmekten ve bir mal gibi alınıp
satılan kadınları ve gençleri, batakhanelerden; faiz yüzünden perişan
olan borçlularıda, faiz bataklığından kurtarmış, faizi de
kaldırmıştır.

Mesela;bugün bile kredi faizi yüzünden çok aileler, toplumlar hatta
devletler perişan olmakta, yuvalar yıkılmaktadır.Hem kredi kartım
var;Allah"a ihtiyacım kalmadı diye sevinen; sonrada faiz batağına
düşünce "Aman Ya Rabbi" diyen sen değilmisin! Evet,evet;zaruri
ihtiyaçlar için harcama yapmak,iktisat etmek, ısraf etmemek,çok
çalışmak,borcu ödemek ve bir daha faize; tövbe etmek gerektir.

Sıhhat nedir?Gerçek zenginlik nedir?İslamiyet nedir?İman nedir?

*Soru:Sıhhat nedir?Gerçek zenginlik nedir?İslamiyet nedir?İman nedir?

Cevap:Sofradan istekli kalkınız.Yani doymadan kalkınız.Haddinden fazla
yemek, hem sıhhati bozar hemde yattığınızda karabasana davetiye
çıkarırsınız.Tıbbın piri, İbn-i Sina "sıhhat az yemektir" demiştir.

Ey zenginlik ve güzellik; sen niçin insanlardan kaçıyorsun!Yoksa
insanları sevmiyormusun! Yoksa korkuyormusun!Yoksa zalimler;
kurdukları hilebaz düzenleri ile; seni gasp ve haps; cin ve inside

Evet,evet;gerçek zenginlik;bedenin, sıhhatı ve ruhun, huzurudur.Huzur
ise imandadır. İslamiyet hakka tarafgirlik ve teslim ve
inkıyaddır;iman ise,Hak"kı kabul ve tasdiktir.

Ey insanlar ve cinler;şeytanın ve deccalin;sizin maddeten ve manen
yükselmenize mani olan gizli zincirleri kırarak özgürlüğünüze
kavuşunuz;makus talihinizi değiştiriniz.
kendilerine köle mi ettiler

Yerine ve zamanına ve makamına göre akıllıca hareket etmek nedemektir?Mütevazı olmak ne demektir?

Soru:Yerine ve zamanına ve makamına göre akıllıca hareket etmek ne
demektir?Mütevazı olmak ne demektir?

Cevap:Mesela;ileriden bir aslan geldiğini gördüğünüzde hemen
tedbirinizi alınız.Aslan bana bir şey yapamaz, oda Allah"ın bir
mahluku, her şey Allah"ın tasarrufunda, Allah istemese hiçbirşey olmaz
diyip, okşamaya kalkmayınız.Çünkü sizde olan bu imanı; aklı ve temyiz
kudreti olmayan Aslan"dan da beklemek; hiç akıl karı değildir. Aslana
et,ata ot vermek; aslan,kaplan,ayı ejderha,köpek gibi Allah"ın
mahlukatına hiç şaka yapmamak gerektir.

Mesela; bir asker görevde ve savaşta;karada aslan ve havada
kartal,suda kılıç balığı gibi; Azametli, heybetli, cesur,atik,
güçlü,silahlı, korkusuz ve Celal sahibi olmalı. Ama evine geldiğinde
ise; Cemal sahibi olmalı, çocuğuna karşı şefkatli, ve eşine karşıda
nazik ve hürmetli olmalıdır.



Kişi; kendi gözlüğünün rengi ile olayları renklendirmemeli,karşı
tarafı ve üçüncü şahısların fikirlerini ve nasihatlerini ve şahitlerin
beyanlarını dinlemeli.Bir bilene sorup istişare etmeli. Bilirkişiden
rapor almalı. Mümkünse olay yerine gidip, keşif yapmalı. Tüm delilleri
topladıktan sonra; Adaletli, doğru hakkaniyete uygun bir hüküm
verilmelidir. Gerçeği ve maddi hakikatı bulmaya çalışılmalı,zandan ve
suiniyetten sakınmalı.Hemen;karar verip;
münakaşaya,hakarete,taarruza,kavgaya ve savaşa girişmemeli.Acaba ben
mi renk körüyüm diye de bir doktora gitmeyi ihmal etmemelidir.

Mesela;Siyah gözlüğünüz ile; kızıl bir elmayı, siyah görmeniznormaldir. Akıllı kişi odur ki;o siyah, yani; enaniyet gözlüğünübırakıp, olaylara şeffaf bir göz ile bakmalı. Kendinizi; karşınızdakisahsın yerine koyup, "acaba aynı hareket bana yapılsaydı,ben neyapardım"diye düşünmeli. Güçlüden değil,Hak"tan ve haklıdan yanaolmalıdır. Bazen susmalı, bazen büyüklük gösterip bazı şeylerigörmezlikten gelmelidir.

Mesela;her dediğiniz doğru olmalı ama her doğruyu söylemekte doğru
değildir.Karı kocanın arasını düzeltmek için,bir can kurtarmak için
veya savaş halinde her doğruyu söylemek doğru değildir.Yalana da
hiçbir cevaz yoktur.O halde susmak en doğru bir iş olsa gerektir.

Bindiğiniz dalı kesmeyiniz, bindiğiniz gemiyi batırmaya çalışmayınız,
ekmeğini yediğiniz yere hainlik etmeyiniz.Yoksa;pirinci kurtarayım
derken,evdeki bulgurdan da olabilirsiniz

Ve ummadığın ve ihtimal bile vermediğin bir taşın;başını yarması ve
seni kahretmesi de imkan dahilindedir.

Mesela; İlahlık iddiasında bulunan ve Hz.İbrahim peygamberi Urfa
şehrinde ateşe atan, Nemrudu; kahreden şey; kör ve topal ve hasta bir
sivrisinek tarafından öldürüleceğini kahinlerinden öğrenmesi idi.

O sivrisinek,Allah"a;"Allah"ım beni niçin yarattın" diye sitem etmiş
ve o çilekeş sineğine; cevaben, Allah; "nemrud"u öldürmen için
yarattım "diye ilham edip, taltif edip, memnun etmiş ve gönlünü
almıştır. Nemrud; sarayının tüm pencere ve kapılarını kapattırmış ama
İlahlık iddiasında ki Nemrut; anahtar ve burun deliğini kapamayı
unutmuştur.

Ve en büyük savaşın;evvelemirde,nefsiniz ve şeytanınız ile olan; imanı
kazanmak veya kaybetmek, savaşı olduğunu da unutmayınız.

Bu büyük savaşı kazandıktan sonra, dünyadaki diğer haksız savaşlara
nasıl mani oluruz diye düşünmek ve engel olmak gerektir.

Şayet size saldırı olursa da;meşru mudafa hakkınız kullanarak
kendinizi savunun ve onlarla savaşın.Bunun içinde hazırlıklı,tedarikli
ve tedbirli olun.Caydırıcı silahınızın ve ordunuzun olduğunuzu bilen
düşman;size saldırmak için kara kara düşünecektir.

Savaş haklı bir nedene dayanmalı.Zulüm olmamalıdır.Mesela;bir köyde
bir masum,bin zalim dahi olsa;o köy yakılamaz.İlla ki;o masuma zarar
vermemek gerektir.Hem savaşta;çocuklara, piri
fanilere,delilere,hamilelere,fiilen savaşma kabiliyeti olmayanlara
dokunmamak gerektir.

Savaşa mani olmak;savaşmaktan daha akıllıca bir iş olsa gerektir.


Ey;bu dünya gemisinde misafir olan Aziz insanlar ve cinler; dünyanın
kıyametine çalışmayınız. Daha iyi ve daha güzel bir hayat ve dünya
için çalışınız.

Mütevazı olmak;dilencilik yapmak veya kendini hakir göstermek veya
işini bırakıp daha kötü bir duruma düşmek değildir.Her zaman daha iyi
nasıl olur diye düşünmeli ve çalışmalı ve yükselmelidir.

Kalem sahibi bilginlere,kılıç sahibi askerlere ve ululemre; Haktan ve
hakikattan ve adaletten ayrılmadıkları sürece hürmet ve itaat ediniz

İşinizi ehil kişilere yaptırınız.Yöneticilerinizi ehil kişilerden
seçiniz. İşinizi tam ve eksiksiz yapınız.Mesela;arabanızı iyi bir
ustaya yaptırınız.Yani ustanın maharetine bakınız,yoksa ustanın
gözünün ve teninin rengine,dünya görüşüne, cinsiyetine vb.bakmayınız

:Hakikatlere ve Hak"ka ulaşmak içi; dünyayı terk etmek migerekir?

Soru:Hakikatlere ve Hak"ka ulaşmak içi; dünyayı terk etmek mi
gerekir?

Cevap:Helal şekilde;
Çalışınız,üretiniz,kazanınız,yiyiniz,dağıtınız.Ama israf
etmeyiniz.Kara günler, yaşlılığınız ve ahiret içinde,azık ayırınız.
İlmin, malın ve kuvvetin önemini fark ediniz.Bunları insanlığın hayrı
için ve helal bir şekilde kullanınız.
Kendinize yapılmasını arzu etmediğiniz bir şeyi ,birbaşkası içinde
arzu etmeyiniz.Çok arzu ettiğiniz bir şeyi elde edemediğiniz için de
dünyaya ve Allah"a küsmeyiniz.

Sizin;iyi ve güzel diye bildiğiniz;aslında kendiniz için şer;şer
olarak bildiğiniz de kendiniz için;iyi ve güzel olabilir.Çünkü
siz;kalbleri ve gönülleri ve gaybı bilemezsiniz

İnsanların; aslında Hz.Adem ve Hz.Havva"dan geldiğini düşünerek,
uzaktan da olsa akraba ve kardeş olduklarını; Allah nazarında
herkesin eşit olduğunu ve hiç kimseye iltimas geçilmeyeceğini,eninde
sonunda; zerrece hayır işleyene mükafatının verileceğini,zerre miktar
şer işleyene de cezasının verileceğini biliniz.

Dünyayı da bütün bütün terk etmeyiniz.Yani kalben dünyayı terk
ediniz.Yani;hiç ölmiyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi
ahirete çalışınız.Bazen inzivaya çekilmek gerekse bile bunu devamlı
hale getirmeyiniz.Mesela;Hz.İdris peygamber;terzi, Hz.İsa peygamber;
marangoz, Hz.Davut peygamber; kral,Hz.Muhammed peygamber;çoban
vs.idiler. Dünyayı ve dini; terk etmediler.Peygamberlik vazifelerini
ücret almadan yaptılar,hayatlarını idame ettirmek içinde
çalıştılar.Çoban oldukları için gocunmadılar,kral oldukları içinde;
böbürlenmediler.


Evet tek koltukta iki karpuz gitmez ama iki koltukta iki karpuz
gider.Kuş gibi uçabilmek için,çift kanatlı olunuz yani,hem maddi hemde
manevi hayatınız için çalışınız.Her ikisinide birlikte orantılı
şekilde götürünüz.İfrat ve tefritten kaçınınız.Namerte muhtaç olmamak
için çok çalışınız

Bir kazayı veya zulmü gördüğümüzde ne yapmalıyız?

Soru:Bir kazayı veya zulmü gördüğümüzde ne yapmalıyız?

Cevap: Evvela; yetkili mercilere bildiriniz, gecikmesinde telafisi
mümkün olmayacak neticeler hasıl olacaksa, mümkünse hemen elinizle
düzeltmeye çalışınız, yoksa dilinizle düzeltmeye çalışınız,yoksa en
azından o zulmü yapan, o zalimi Allah"a havale ediniz.Bunu da
yapmıyor iseniz belaların gelmesini bekleyiniz.Bana dokunmayan yılan
bin yaşasın demeyiniz. Yoksa o yılan birgün mutlaka başınıza bela
olacaktır.

Mesela;dağın başında size saldıran ve canınıza kast eden bir yılanı;
öldürdüğünüz, yaraladığınız veya def ettiğiniz için; hiç kimse sizden
hesap sormaz ve soramaz. Belki; kendinizi savunmadığınız ve yılanın
sokmasına mani olmadığınız için; acı ve cefayı siz; çekersiniz.

Yanlış anlama;biz kanunları çiğne, adaleti sen yerine getir demiyoruz.
Çünkü devletin; hakimi,savcısı,avukatı,polisi, ordusu, silahı, vardır.
Hem tahta ve antika silahlar ile de devlet kurmaya veya devleti
kurtarmaya veya devleti yıkmaya kalkmak hiç mi hiç; akıl karı
değildir.Senin görevin ve vazifen ve işin; akıllı olmaktır,şerre alet
olmak değildir.

Allah; bir iken nasıl aynı anda birçok yerde nasıl olabilir?

Soru:Allah; bir iken nasıl aynı anda birçok yerde nasıl olabilir?

Cevap: Mesela;birçok aynayı,birçok farklı yerlere koyup yüzlerini tek
bir güneşe çevirdiğimiz zaman, her bir aynada güneşin aynı timsalini
görebiliriz. Güneş bir iken birçok yerde ayna vasıtası ile ve timsali
ile;heryerde hazır ve nazırdır.Fakat aslı,yani zatı; o yerde
değildir.Yani, Allah; zamandan ve mekandan münezzehdir.Çünkü
mahlukat;değil zatına, zatının tek bir tecellisine bile dayanamaz.

Mesela;Hz.Musa peygamberin Tur dağında, Allah"ın zatını görmek
istemesi ve fakat Tur dağının tek bir tecellisine bile dayanamadan
paramparça olması ve Ululazm bir peygamberin bu tecellinin
mahafetinden dayanamayıp korkup bayılması gibi. Ey aziz
insan;Allah"tan kork ve titre.Mercimek büyüklüğündeki hafızana ve
Azraili gördüğünde patlayan ödüne, fazla güvenme.

Mesela; herbir televizyondan,aynı anda,birçok yerden aynı görüntünün
ve sesin herkes tarafından izlenebilmesi,dinlenebilmesi belki;
gelecekte,maddenin de nakli imkan dahilinde
olduğuna bir karinedir.

Mesela;Hz.Süleyman peygamber zamanındaki bir tahtın, ilim sahibi
birisi tarafından, çok uzak bir diyardan, bir anda, hazır ve nazır ve
nakl edilmesi; maddenin naklinin mümkün ve imkan dahilinde olduğunun
ve Azrail"in aynı anda,birçok yerde,birçok insanın ruhlarını
kabzetmesi de bunun bir kanıtıdır.

Mirac Hadisesi

Soru:Mirac hadisesinde kısaca ne olmuştur?

Cevab:Mirac hadisesinde, bizzat Hz.Muhammed peygamber; çok kısa bir
zaman zarfında; refref"e binip, sidret-ül münteha makamına yükselip;
geçmişi, geleceği,cenneti, cehennemi ve kainatın yaratıcısını görmüş;
Allah"ı; gidip de gören mi var? veya Ahirete gidipte dönen mi var?
Sorularını da cevapsız bırakmamıştır

*Soru: Miraçta Bu kadar kısa zamanda bu kadar çok iş nasıl yapılır,bu kadar
hız nasıl olur?Benim aklım almıyor!

Cevap:Mesela;bir elektronik saat düşünelim.Bir saat zarfında;saati
gösteren rakam bir defa atarsa,dakikayı gösteren rakam 60 defa
atar,saniyeyi gösteren 3600 defa atar.Bir mekanik saatte ise; bir saat
zarfında yelkovanın aldığı mesafe; akrebin aldığı mesafenin 12
katıdır. Hız arttıkça;aynı zaman biriminde, daha çok hareket
yapılmaktadır. Bunu kronometrede daha bariz bir şekilde görebiliriz.
Beyin ve hafıza hızı ile sizin bir ömürde ancak çözebileceğiniz bir
problemi, bir başkası kısa bir sürede çözebilir.

Mesela; koca bir kütlesi olan dünyamızı,vasıtasız ve saniyede otuz
kilometre gibi çok süratli bir hızla,hem kendi ekseninde hemde güneşin
çevresinde hiçbir şeye dayanmadan, direksiz, bir topaç ve Mevlevi
gibi döndüren Allah; sevgili bir peygamberini Miraç
hadisesinde;elbette ve evleviyetle daha hızlı ve kısa bir sürede
götürmeye ve geri getirmeye Muktedirdir.

Mesela;bazen 10 dakikalık bir rüyada; bir günde yapamayacağınız çok
işleri kısa bir sürede; rüyada yapmanız gibi.

Tenasüh (ruh bir bedenden başka birinin bedenine intikal edermi ) fikrine ne diyorsun

Soru:Tenasüh fikrine ne diyorsun?

Cevap:İslamiyet; Tenasüh fikrine karşıdır.Yani ölen bir kişi, başka
bir şeyin suretine girerek hayatını devam ettirmez.Ölen kişinin ruhu
berzah elemine gider.Mesela;insanlık tarihi yedibin yıl olduğunu ve
ortalama bir ömründe yüz sene olduğunu farz etsek, yetmiş defa bu
dünyaya gelip gitmemiz gerekirken; değil yetmişini,birini bile
hatırlayamamamız bizim çok unutkan veya akılsız olduğumuzun değil,
tenasüh fikrinin doğru olmadığını gösterir.
Delil ise; Mirac hadisesi ile ahireti,cenneti,cehennemi gören ve
Ruyetullah"a mahzar ve şahid olan ve Ululazm bir peygamber olan;
Hz.Muhammed"in beyanı ve Allah"ın kitabı olan;Kuran-ı Kerim"in yazılı
ve aşikar olan ayetleridir.

Allah"ın benim namazıma ne ihtiyacı var?

Soru:Allah"ın benim namazıma ne ihtiyacı var? "Lailaheillallah" ne
demektir?Herşey nasıl Allah"ı zikredebilir?

Cevap:Bir kişinin, Allah"ın benim namazıma ihtiyacı yoktur, demesi;
hasta birisinin, doktara"ey doktor senin ilaca ne ihtiyacın var
demesine benzer ki, Allah"ın bizim beş vakit namazımıza ve zikrimize
elbetteki ihtiyacı yoktur,bizim namaza ve zikre evleviyetle
ihtiyacımız vardır.Hem namaz dinin direği,müminin miracıdır.Direk ve
temel olmazsa sağlam;ne bir çadır,nede bir bina dikebilirsiniz.

Bedenin havaya,suya,gıdaya ve ısıya ihtiyacı olduğu gibi, ruhunda
manevi gıdaya ihtiyacı vardır ki o gıdalardan en önemlisi ve bir
tanesi;namaz ve zikirlerin en eftali olan, "Allah"tan başka İlah
yoktur" demek olan ve muhabbetullaha vesile olan,kelime-i
Tevhidtir.Yani "La ilaheillallah" kelimesidir.

Her zaman az;yemek,konuşmak,uyumak;yani,her zaman;helal lokma
yemek,hikmetli konuşmak,fazla uyumamak ve daima "La ilaheillallah"
diyerek,zikr ederek; kainata meydan okuyacak cesareti benliğinde
hissetmek,Allah"tan başka hiçbirşeyden korkmamak,her şeyin Allah"ın
tasarrufunda olduğunu hakkal yakin bilmek, yaşamak, muhabbetullahın
verdiği; o manevi zevk ile huzur bulup, mutmain olmaktır.

Ayrıca;Allah"ın Kitabı olan Kuran"ı çok okumak ve özellikle kendi
asrınıza hitap eden,lafzi ve özellikle manevi tefsirleri iyi tetkik
etmek, doğru anlamak ve ihlas ile amel etmek ve huşu içinde namaz
kılıp, huzur ve emniyet bulmak,ruhen bir manada miraca çıkmak,
dünyanın ağır yükünü her beş vakitte yere koyup, güzel bir nefes
almaktır.

İnsanlar her nefes verişte bilmeden,gayri ihtiyari "Hu"
derler.Hu ,Allah demektir. Aslında her şey Allah"ı anmaktadır. İnsanın
bu dünyaya gönderilmesinin sebebi ve hikmeti Allah"ı tanımak, O"na
dua,sena ve ibadet etmektir.

Sadece Allah"a secde etmek;ama mahlukata ise hiçbir zaman secde
etmemek ve başı daima dik tutmaktır ki;buna İzzet denir. Allah"a
diklenmeye ise enaniyet denir ki;bu kibirdir ;şeytan ise bu yüzden
huzur-u Hak divanından kovulmuştur.

Mesela;bir askerin; komutanına diklenmesi gibi.Komutan;senin
mantığının almadığı v bir emir verse bile itaat etmek gerektir. Çünkü
komutanın gayesi;seni küçük düşürmek değil;bilakis senin emre itaat
edip etmediğini öğrenmektir. Hem iyi bir komutan;ordusunu ve askerini
ezmez ve ezdirmez. Hem seni savaş düzenine göre
eğitir.Mesela;sürünmeyi usulüne göre iyi öğrenmek; savaşta senin
hayatını kurtarabilir. Hem savaşta;komutanın bütün emirlerini
dinlenmek ve mutlak itaat etmek gerektir.

Mesela;Uhud savaşında Hz.Muhammed peygamber emir verdiği ve sıkı
sıkıya tenbihlediği halde; askerler bulundukları mevzileri terk
etmişler, savaş kazanmış iken; birden tersine dönmüş ve savaş
kaybedilmiştir. Hem sahabilerden Halid bin Velid girdiği hiçbir savaşı
kaybetmemiş ve Ahirzaman peygamberini bile bu savaşta yenmiştir.Yani
savaş hafife alınacak bir şey değildir.Hem Allah hiç kimseye iltimas
geçmez.

Hem asker ocağı,Peygamber ocağıdır. Hem o ocakta enaniyet olmaz ve
olamazda.Hem o ocakta aslanlar kedi, ejderhalar ise kuzu gibi olurlar.
Hem askerlerin postalları bile Rab;Rab diye Allah"ı zikreder.

Dua nedir? Nasıl yapılır? Niçin her şey Allah"a muhtaçtır?

Soru:Dua nedir?Nasıl yapılır?Niçin her şey Allah"a muhtaçtır?

Cevap:Dua manevi bir kalkan ve iki ucu keskin bir kılıçtır.Bu kılıcı
doğru ve dikkatli ve başkalarına ve kendinize, haksız yere zarar
vermeden ve mahlukatın hayrına kullanmak gerektir.

Bir çifçi, ürün almak için,evvela; toprağını nadasa koyacak,toprağını
sürecek,tohumu dikecek,sulayacak.vb.cüz-i iradesini kullanarak,fiili
dua edecek.

Sonra; küll-i irade sahibi olan, Allah"a ,ürün vermesi için
kavli,sözlü dua edecek.Çünkü bir afet gelir ürünü alıp götürebilir

Mesela;Çekirge,kuraklık ve sel afeti gibi. Fiili ve kavli
dualardan;yani şartlardan birinin eksik olması neticeye engeldir.

Önce devemizi sağlam bir kazığa bağlayıp fiili duamızı yaptıktan
sonra; benim devem kaçmaz veya kaçamaz veya kaçırılamaz
dememeli,kavli, sözlü duamızıda hiçbirzaman unutmamalıyız.

Devenin dizgini her zaman elinizde olmalı,gerektiğinde o dizgini
gevşetmeli,gerektiğinde çekmeli;ama hiçbirzaman dizgini elden
bırakılmamalı ve herzaman sürünün başında da bir çoban olmalıdır.

Ey Aziz yolcu, elindeki torbayı, bindiğin geminin üzerine bırak,çünkü
elde taşıman ve kendine yük etmen akıl karı değildir. Bu kainatın da
bir Sultanı ve sahibinin olduğunu unutma.

Ey Aziz insan;senin vazifen;yapman gerekli işleri,görevleri vs. tam ve
eksiksiz yapmak, gerekli tedbirleri almaktır.Bundan sonra da; "görelim
Mevla neyler, neylerse güzel eyler" diyip sabır ile beklemektir.

Gerekli vazife, iş,görev ve tedbirlerinizi aldıktan sonra da; benim
gemimi hiçbir güç batırılamaz veya benim gemim, batmaz,batamaz
diyerek, gururlanıp, Gayretullaha DOKUNMA.

Mesela;bir vakit Tıtanıc isminde, cesim, büyük, bir gemi yapılmış "bu
gemiyi Allah bile batıramaz" diye iddia edilmiş.O gemi; daha ilk
seferinde Allah"ın bir aysbergine toslamış ve batmıştır.

Ey Aziz insan;sen bu kainatın Halifesi ve Sultanısın. Siz yaprak
değilsiniz ki ,rüzgar nereye savurursa oraya gidesiniz.O halde bir
köle gibi değil, bir reis-i cumhur gibi emir ve sorumluluk sahibi ol.
Sana emanet olarak verilen mülkü ve tebanı ve aileni ve mevcudatı
koru.Emanete hiyanetlik etme ve bilki onların her birinden,birgün
mutlaka;bir bir hesaba çekileceksin.

Ayrıca; insanın cüz-i iradesinden başka kendisine ait günahları ve
borçları vardır.Sevaptaki hissesi ise pek azdır.Kötülükte ise tamamen
kusur ve günah kendisine ve sebep olan iştirakçilerine aittir.

Dua eden kişi için o istediği, kendisi hakkında hayırlı olup
olmadığını dua eden bilemez.O halde duam niçin kabul edilmedi
diye,üzülmemelidir.Mesela;Bir anne ve baba;çocuğunun kötülüğünü
istemediği için, terbiyeye muhtaç çocuğunun her istediğini de
yapmaz .Bu imtihan dünyasında,sınırlı ve kayıtlı olduğumuz için her
istediğimizi elde edemeyiz,her istediğimizi yapamayız


Ey Aziz insan;sen, kafa feneri hükmünde olan cüz-i aklın ile ancak
dar, kısıtlı ve sınırlı bir alanı aydınlatabilirsin.Kendini bir güneş,
zan ederek; her şeyi aydınlatabileceğini,herşeyi bilebileceğini,her
şeyi yapabileceğini, bütün soruları ve sorunları çözebileceğini ve
Karun gibi Allah"a hiç ihtiyacının olmadığını;yoksa kendini fravun
gibi;Allah mı sanıyorsun!

Her şeye muhtaç olan birisinin,Samed olan Allah"ın kapısını çalması
doğru şeydir.Yanlış olan; kişinin kendisini hiçbirşeye muhtaç
olmadığını zannetmesi ve dua etmemesidir.

DİN NEDİR - DİN YUZUNDENMİ GERİ KALDIK

Soru :Din nedir? Zaten bu din değimli afyon gibi bizi uyuttu?
İlerlememize ve yükselmemize mani oldu!Zaten bütün savaşlarda din
yüzünden çıkmadı mı?

Cevab:Din;Hayatın,hayatıdır.Medeniyetin ve insanlığın maddeten ve
manen yükselmesini, daha iyiye ve ileri gitmesini savunur.
İslam dini;bir lokma bir hırka felsefesine karşıdır. Yarın ölecekmiş gibi,
ahirete, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya teşvik eder. İki günü aynı olan
ziyandadır, Komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir.

Haksız yere bir insanı kasten öldüren, tüm insanlığı öldürmüş gibidir.
Mesala;öldürülen o kişi ihtimal dahilindedir ki, insanlığı kurtaracak
bir buluşa imza atabilir.Veya ; bir kişinin katli, öldürülmesi, bir
dünya savaşına sebep olabilir.

Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız.Yıkıcı değil,yapıcı olunuz.Alan el
değil, veren el olunuz.Cüz-i bir şer için, küll-i bir Hayrı terk
etmeyiniz.Mesela; kangren olmuş bir kolu kaybetmemek için kolu kesmez
iseniz, o Aziz insanıda kaybedersiniz.Aynen bunun gibi; dünyadaki
iyiliklere vesile olup kötülüklere mani olmaz iseniz;yani Allah"ın
emir ve yasaklarına uymaz iseniz; bu Aziz dünyayı da kaybeder

Hayırda yarışınız.Anne ve babaya;sizleri kötülüğe zorlamadıkları
sürece itaat ediniz.
Yakınları,yetimleri,kimsesizleri,yaşlıları,yolcuları, hastaları,
komşuları,küçükleri, zorda ve çaresiz durumdaki borçluları,
talebeleri, bekarları,masumları,mecnunları vs.gözetiniz

Tek İlah vardır. O, İlahın adı Allah"dır.

Allah"ın emir ve yasaklarına karşı gelmeyiniz.Şeytan"ın, tek bir emre
karşı geldiğinden dolayı düştüğü durumdan ders çıkarınız.

Zerrece Allah"a imanı olan herkes; hesaptan sonra cennete
girecektir

İslam dininin; Peygamberi Hz.Muhammed"tir,Kitabı Kuran-ı Kerim"dir.
Bir Müslüman,hem İncile,hem Hz.İsa"ya; hem,Tevrata,hem Hz.Musa"ya; hem
Zebur"a, hem Hz.Davud"a; yani tüm semavi kitap ve peygamberlere zaten
inandığı için, din değiştirmesi, hiçmi hiç akıl karı değildir.

Madem,herşey bir kader defterinde yazılı ve herşey ona göre

Soru:Madem,herşey bir kader defterinde yazılı ve herşey ona göre
oluyor;o halde insanlar niçin cehenneme gidiyor?

Cevap:Evet herşey bir kader defterinde yazılı ve herşey ona göre
oluyor;ama,kader defterinde yazılı olduğu için o şey olmuyor.

Mesela; Bir insan ne kadar yükseğe çıkarsa hem görüş alanı genişler
hemde geleceği de bir manada görebilir.Bir meteoroloji uzmanı da
uydudan gelen fotoğraflara bakarak bir manada geleceği görebilir.

Meteoroloji uzmanı, uydudan gelen fotoğraflara ve bilgilere bakarak,
görüyor ki,Türkiye"nin batısından yağmur bulutları geliyor. Bulutların
hızını ve yönünü hesaplıyarak,hemen defterine şunları yazıyor "yarın
Türkiye bulutlu ve yağışlı olacak".

Bulutların gelmesine daha bir gün var.Bir gün sonra, Türkiye bulutlu
ve yağışlı olsa;


Soru: Acaba meteoroloji uzmanı bir gün önceden defterine,bu olayı
yazdığı için mi olaylar oluyor?

Yoksa uzman olayları uydudan önceden gördü de mi yazdı?

Cevap;Uzman olayları uydudan önceden gördü de yazdı.

Yani;meteoroloji uzmanı; defterine yazdığı için olaylar
olmamakta;fakat olayın öyle olacağını önceden uydudan,görüp,
yazmıştır.

Mesela;Aklı başında bir adam, bir taksiye binse;taksiciye;"beni çabuk,
şu dar, tali ve patika yolundan; şu diyara götür dese.

Taksici ise;nazik bir biçimde ona;"daha güvenli,doğru ve tehlikesiz,
ana bir yoldan,seni daha rahat ve çabuk götürebilirim;hem dediğin yol
tehlikeli,dar ve virajlıdır, o yolda başımıza bir kaza gelebilir"diye
cevap verse

Ve fakat o adam; taksiciyi zorlasa; ve o tali, virajlı yolda,bir kaza olsa.

Soru:O adam;taksiciye; "bak senin yüzünden başıma bu kaza geldi"
diyebilir mi?

Cevap: Diyemez:Çünkü;kendisi tehlikeli yolu istemiştir.Ne zorla
arabaya bindirilmiş, nede istemediği bir yoldan götürülmüştür.Hem
taksiciyi, kendisi zorlamıştır.Hem taksici,gerekli uyarıyı da
yapmıştır.Hem taksici işi gereği;görevini yerine getirmiştir.

Suç; götüren taksici de değil,tehlikeli yoldan ısrar ile gitmek
isteyen; o adamdadır.

Ey inatçı,laftan anlamaz, kendini akıllı zanneden,akılsız adam;
arabanın istihap haddini aşma,haddinden fazla yük yükleme; hem freni
hemde kafanı patlatır;önce hastanede sonrada hapishanede gözünü
açarsın. Hem kendine, hem başkasına, hemde milli servete zarar
verirsin.
Hem;küçükler akıl baliğ olunca;yani farık ve mümeyyiz olunca,yani
iyiyi kötüden fark etmeye başladıklarında; sorumlulukları başlar, amel
defterleri açılır. Aklı olmayan deli ve mecnunlardan hesap sorulmaz.
Zorla, cebren imzalatılan senet; hukuken geçerli de değildir.

Güç ve kuvvet yalnız Allah"tandır.Bunu; felçli hastalar veya eli ayağı
uyuşan veya ayağına kramp giren veya rüyada üzerine karabasan çöken
kişiler daha iyi bilir.

Götüren Allah"tır, fakat tehlikeli yolda gitmek isteyen,insan
suçludur.

Ey Aziz insan; gidiyor-musun? yoksa; götürülüyor-musun? dikkat et.

Allah bize çok yakın, ama biz ona çok uzağız,diyorlar;bu nasıl

Soru:Allah bize çok yakın, ama biz ona çok uzağız,diyorlar;bu nasıl
birşeydir?


Cevap:Mesela;Güneş bize ışık ve ısısı ile çok yakındır,biz ise güneşe
zatı; bakımından,çok uzağız.Ayna,teleskop,büyüteç vasıtasıyla,güneşin
özelliklerini biraz anlayabiliriz. Fakat;uzay aracı ile de; güneşin
hakiki nuruna ve ısısına yaklaşabilir,onun büyüklüğünü ve gerçek
mahiyetini yakından;gözümüz ile görebilir,aklımız ile idrak
edebiliriz.

Allah"ın bir sureti varmıdır?

Soru:Allah"ın bir sureti varmıdır?

Cevap:Allah"ın bizim anladığımız tasavvur ettiğimiz bir şekilde, bir
sureti yoktur.Çünkü;Suret ve şekil sınırlı şeyler için söz konusu
olabilir.Yani başlangıcı ve sonu olan şeylerin sureti ve şekli
olur.Allah ise Evvel ve Ahir"dir,Ezeli ve Ebedi"dir, yani başlangıcı
ve sonu yoktur

Mesela;belirli iki nokta arasına çizilen bir çizgiden, bir doğru
oluşur.Üç doğrunun başlangıç ve bitim noktalarının, açı yaparak
birleşmesinden de üçgen oluşur.Eğer üçgenin kenarını meydana getiren
doğruların başlangıç ve bitim noktaları yok ise yani sınırsız
ise;baştan bir doğruyu çizemezsiniz. Dolayısıyla da üçgeni
çizemezsiniz.Çizemediğiniz içinde o şeye şekil ve suret veremezsiniz.

Mirac hadisesinde Hz.Muhammed peygamber; Allah"ı; Nur olarak gördüğünü
ifade etmiş;ama sureti şöyledir dememiştir